27 Mayıs 2013 Pazartesi

Cenk Erdoğan Söyleşisi

                            Mutluluk o "Bir Kişi"ye çaldığını bilmek


Anadolu Üniversitesi 11’nci Amatör Jazz Müzisyenleri Festivali’nin açılış konserini, genç ve deneyimli gitarist Cenk Erdoğan’ın Trio grubu verdi. “İle” ve “Kavis” adlı iki enstrümantal albüme sahip olan Cenk Erdoğan, ilk kez sahne aldığı Eskişehir’de Anadolu Üniversiteli öğrencilerle buluştu. Perdesiz akustik ve perdeli/perdesiz elektrik gitarıyla Ceylan Ertem, Jehan Barbur gibi solistlere hem aranje yapan hem de albümlerde ve sahne performanslarında çalan Erdoğan, hem Jazz hem de kendi müziği hakkında bilgiler verdi. Elle Dergisi tarafından 2013’ün 50 Genç Yeteneği arasına da seçilen Erdoğan, Anadolu Üniversitesi’nde sahne alarak bir hayalini daha gerçekleştirdiğini söyledi.


Müzik formatınıza baktığımızda sadece jazz değil pek çok öğe barındırıyorsunuz. Özgün bir müzik türü diyebilir miyiz?

Genel çerçevede değerlendirecek olursak, jazz müzisyeni denilebilir. Bunun sebebi de Trio formatta çalıyorum, bu formata uygun şarkılar yazıyorum, parçaların içinde doğaçlama öğeler kullanıyorum. Ancak bana “Modern Gitarist” daha şık bir isim gibi geliyor. Kendimi bir kalıba sokmaktan hoşlanmıyorum. Pek çok tarzda çalıyorum. Bunları da klasik, çelik telli, elektrik, perdesiz gitarlarla çalıyorum. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde, modern gitarist fikri daha uygun olur diye düşünüyorum.

Türkiye’de jazz müzik, çok fazla dinlenen bir tarz değil. Ancak yeni nesil jazz müzik giderek popüler olmaya başladı. Bunun sebebi nedir?

Jazz sadece Türkiye’de değil dünyada da az dinlenen bir tür. İnsanlar artık pop dinlemekten, felsefesi olmayan şarkılar dinlemekten sıkıldı diye düşünüyorum. Pop müziği için şöyle bir izlenim var: Pop çalalım, parayı vuralım, etrafımızda güzel kadınlar olsun, magazin programlarına malzeme olalım, dünyalığı biriktirip köşemize çekilelim. Jazz müzisyenleri böyle bir yaklaşımda değil. O paranın peşinde olmadıkları için bu müzik özgürce, kendi içinde ilerliyor. Eğer böyle bir düşünceye sahip olunsaydı, jazzın da poptan hiçbir farkı olmazdı.

Jazz müziği ilk çıktığında klasik armoniden ayrılarak, özgün bir çizgide ilerlerken; yeni nesil jazz müzikte pek çok tarzdan etkiler görülüyor. Bu doğru bir yaklaşım mı?

Doğru bir yaklaşımdır. Klasik müzik sabit kuralları olan, icra edilmesi zor bir müziktir. Jazz müziğin çıkışı Afrika’dan Amerika’ya ya da Avrupa’ya getirilen ve kölelik sistemi içerisine sokulan insanlarla başlar. Köleliğe karşı konuşmak, seslerini duyurmak istediler ama yasaktı. Yasak olmayan iki şey vardı: Biri dinleri, diğeriyse köklerinden gelen müzikleri. Kendi dillerinde müzik yaparak birbirleriyle iletişimi sağladılar. Sahipler bu dilleri bilmediği için, şarkıda onlara bir eleştiride bulunulsa bile bunu anlayamadılar. Savaşlar bitince ve kölelik sistemi ortadan kalkınca onları evlerinde çalıştırmaya, eğitimlerine katkıda bulunmaya başladılar. Eğitim için Avrupa’ya gittiler, tekrar Amerika’ya dönüp öğrendikleri ritmik armonik bilgileri müziklerine uyarladılar. Sonuç olarak rahat, dinamik ama armonik yanı çok da kuvvetli olmayan bir sentez müzik çıktı. İktisadi değişimlerin ardından bu müzik yayıldı ve bir süre sonra halk müziği ve klasik müziğin birleştiği güzel bir yer oldu. Hem dans öğeleri var hem de doğaçlaması var. Tarzların birbirinden etkilenmemesi zaten güçtür. Çünkü müzik başlı başlına insan odaklı bir iş olduğu için gelişimi değişimi de farklı türlerden gelen katkılarla olur.



Pek çok albümde, pek çok sahnede hem müzisyen hem de düzenlemeci olarak çalışıyorsunuz. Haliyle pek çok müzik türünü gözlemleme fırsatınız var. Sizin gözünüzde jazz nasıl bir yerde?

Gözlemlemek ayrı bir iş. Ben hiçbirinde bir ayrıma gitmedim. Yani kendi grubumda çaldığım müzikle bir başkasına çaldığım müzik ayrılmıyor. Her yerde kendim gibi çalıyorum. Belki de bu yüzden pek çok kişiden iş teklifi alıyorum. Hiçbir müziği ayırmadan dinliyorum. Arabesk de dinliyorum, jazz da dinliyorum, halk müziğe de dinliyorum, Flâmenko büyük aşklarımdan bir tanesidir. Hepsinin üzerine az çok mesai de yaptım. Mesela hiç izlemediysem 20 tane İsmail Tunçbilek videosu izleyip, gitarla çalmayı denemişimdir. Bir de farklı müzikleri dinledikçe, bunları kimlerin şarkılarda kullandığını da kolayca anlayabiliyorum. Mesela Kibariye dinlerken İsmail Tunçbilek’in aranjmanlarını bulabiliyorum. Yine Kibariye dinlerken, Nurhat Şensesli’nin çaldığı bas gitar melodisini Laço Tayfa’da duyabiliyorum. Bütün bunları görebildiğim gibi, çaldığım işlerde de ben de bu dokuyu yaratmaya çalışıyorum. Dinlediğim müzik stilim olmasa bile, belki hayatımda hiç kullanmayacak olsam bile oturup bakıyorum. Acaba bu adam bunu nasıl çalmış diye ben de deniyorum. Bize okulda transkripsiyon ödevleri verilirdi. Yani sevdiğimiz bir müzisyenin solosunu notaya döküp aynısını çalıyoruz. Ben bunu yapardım ama nefret ederdim böyle çalmaktan. Üşenmezdim, tersinden yazardım. Tersinden derken başlangıç notasından ileriye değil geriye giderek yazmaktan bahsediyorum. Bunu bir ayna gibi düşünebilirsiniz. Bazen anlamsız bir iş çıkardı ama bazen de çok güzel bir melodi yakalardım. Bende hep şu özellik var: Bir şeyi alıp, öğrenip istediğim zaman kullanmak. Bu yüzden de ne kadar farklı olursa olsun tüm projelerde yer alabiliyorum. Jazz da bunlardan bir tanesi. Ama jazzın ayrı bir durumu var. Bütün bunlardan soyutlanıp kendi müziğimi yapmak istediğim yer jazz müziktir. Trio’da çalarkenki durumu şöyle özetleyebilirim. Bir topun peşinden koşarken omuz atılabilir, çelme takılabilir, vurulabilir. Ancak top hep yürür hiç durmaz. Birinde mutlaka kalır. Yani basgitar çalarken ben bir anda onun çaldığını perdesizle çalarım. Sonra bateri alır topu basa verir. Tıpkı futbol gibi. Ama kale yok, yani bu işin bir süre sınırlaması yok. Bu yüzden özgür ve gelişime, doğaçlamaya oldukça açık.

Yurt dışında pek çok festivalde tanınmış jazz müzisyenleriyle sahne aldınız. Avrupa Türkiye’nin müziğine nasıl bakıyor?

Her dinleyişlerinde çok etkileniyorlar. Özellikle klasik müzikten, makamsal eserlerden çok etkileniyorlar. Bizler de onların disiplininden ve iyi icralarından etkileniyoruz. Ama perdesiz gitarını, sipsini ya da zurnanı alıp sahneye çıktığında oradaki insanların bakışı bir anda değişiyor. Öğrenmeye çalışıyorlar, çok fazla soru soruyorlar. Dünyanın pek çok yerinden 35 müzisyenin katıldığı bir festivalde çalmıştım. Yerel müzisyenlerin olduğu bir festivaldi. Ondan daha güzel bir festival yaşamadım diyebilirim. Herkes birbirine çaldığı enstrümanı soruyor, nasıl çalındığını anlatıyor. Mesela ben buradan kalkıp Amerika’ya gittiğimde perdesiz gitarı çalmaya başladığım anda ilgilenmemeleri mümkün değil. Çünkü hiç görmedikleri bir şey. Bu yüzden bu topraklarda doğmuş olmak büyük bir avantaj. Ama Türkiye’de doğup büyüyen bir müzisyenin en az bir yerel çalgıyı iyice öğrenip 20 yaşından sonra yurt dışına gitmesi gerekir. Çünkü Türkiye’de müziğinizi canlı tutmak için büyük çaba sarf etmek gerekiyor. Ben de bunlardan biriyim.

Üniversitelerde gitar atölyeleriniz oluyor. Atölyelerinize katılanlar çok memnun olduklarını dile getiriyor. Bu atölyelerde jazz ve diğer türler bir arada mı?

Benim hali hazırda kült olmuş bir tarzım yok. Belki bir 30 yıl sonra inşallah olur. Atölyelerde her şeyle ilgili konuşuyoruz. Afişlerde sadece jazz ya da başka bir türün tanımı olmuyor. Etkinlik sürecinden neler olacağını önceden bildiriyorum. Gitar kayıtları, akorlar, solo, sağ-sol el teknikleri, bestecilik gibi tanımlar oluyor. Bütün bunları yazıyorum ki gelen kişi neler alabileceğini görsün, her şeyi sorabilsin. Çok eğlenceli bir sohbet ortamı oluyor. Çalmak isteyenler çalıyor, bazen birlikte çalıyoruz. Anadolu Üniversitesi’nde böyle bir çalışmamız olmadı. Gelmeyi çok isteriz.



Amatör Jazz Müzisyenleri Festivali başlığı altında Türkiye’de çok yaygın bir festival dizisi yok. Ancak son yıllarda özellikle gençler yeni bir arayışa girdi. Bu festivallerin akıbeti biraz da olsa değişir mi?

Amatör kelimesi gerçekten çok güzel bir kelime. Biz tecrübeli adamlarız. Sahneye çıkarken bir heyecansızlık oluyor. Ama sahne ışıkları kapandığında bir heyecan oluyor. Bu heyecan ilk notaya bastığında gidiyor. Ancak amatör bir müzisyenin bağırsakları konserden bir gün önce bozulmaya başlıyor, midesi bulanıyor. Elimi nasıl tutsam, ayağımı nasıl koysam derken notaları kaçıran, nota sehpasını deviren, gitarın kablosunu amfiden çıkaran çok adam gördün. Biz artık o yollardan geçtik, tecrübe kazandık ama son 10 dakika yakaladığımız heyecanı da konser sonuna kadar sürdürmek de profesyonelliktir. Dolayısıyla amatör jazz müzisyenlerini her konuda destekliyorum. Bu festivalde çalmayı da en az İstanbul Jazz Festivali ya da Akbank Jazz Festivali’nde çalmak kadar önemsiyorum. Hatta daha da fazla önemsiyorum. Çünkü diğer türlü hep bu müziği dinlemek için gelenlere çalıyoruz. Fakat Sinema Anadolu’da çaldığımız konserde herkesi olmasa bile bir kişiyi kazanabiliriz. Ben hep şuna inandım: Mesela bir televizyon programına çıkıyorsun, bazen istemediğin programlar da olabiliyor. Ama bir kişi var, o bir kişiye çalıyorum. Öyle düşününce mutlu oluyorum. Bir de enstrümantal bir müzik yapıyoruz. Bunu aşılayabilmek, sözlü müziğe göre çok zor. Bundan hiç pişmanlık duymuyorum.

Cenk Erdoğan Trio ile Eskişehir’de ilk kez sahne aldınız. İle ve Kavis adlı iki albümünüz var. Bu albüm süreçleri nasıl gelişti?

2005’te Amerika’ya davet edildim. New York’a ayak basan her müzisyenin yaptığı gibi kulüplerde, müzik marketlerde dolaştım. Girdiğim dükkânlarda perdesiz gitarımı çıkarıyorum, pedal deniyorum. Tabii dükkânda olanlar küçük bir şok yaşıyor. Hatta birisi sordu bu enstrüman nedir diye. Perdesiz gitar olduğunu söyledim. Açtı gitarı, baktı, çalmayı denedi. Çok hoşuna gittiğini söyledi. Orada perdesiz gitarın bir çekiciliği olduğunu anladım. Sonra bir konserde atölye yaptım. Oradaki profesörler geldi daha çok. Döndüğümde elimdeki Türk Müziği gibi perdesiz gitar gibi bir cevheri kullanmam gerektiğini düşündüm. Un hazır, şeker hazır, yağ da var. Ne duruyorsun helva yapsana dedim. Hemen bir ekip kurdum. Provalar, stüdyo, kayıt oldu. Ama olmadı, bir türlü istediğim müzikleri yazamadım ve bekledim. 2008’de çok yoğun çalışıp sadece albüme odaklandım ve parçaları bitirdim. Sonra bambaşka bir ekip kuruldu ve kayıtları yapıp albümü çıkarttık. Erkan Oğur’dan sonra yapılmış ilk perdesiz gitar albümünü çıkarmış olduk. Bu sadece Türkiye’de değil dünyada da bir ilk. Tabii ki perdesiz gitarla çalınmış albümler var fakat formatları bu enstrüman üzerine kurulu değil. Bir işi ilk kez yapmak zor ama tutarsa gerisi çok hızlı geliyor. İlkinde yaptığın hataları ya da yapamadıklarını ikinci albümü hazırlarken görebiliyorsun. Üçüncü albüm solo olacak. Dördüncü albümüm de hazır sayılır. O albüm sürpriz olacak.


Yayınlandığı dönemlerde hatırı sayılır bir kitleye ulaşan dizi ve filmlerin müziklerini yaptınız. Önümüzdeki süreçte de bu tip işler olacak mı?

Devam edecek. Fakat bu sene dizi ve film anlamında kötü bir yıl oldu yapım şirketim açısından. Birkaç bölüm yayınlanıp yayından kalkan diziler bestecileri çok yıpratıyor. Seri alınmış bir otomatik silah gibi bastıkça beste atıyoruz dizi yayından kalkınca besteler de bir nevi boşa gitmiş oluyor. Bu korkuyorum anlamına gelmesin. Var olduğum sürece müziğim ürüyecek. Ancak çok güzel bir şarkı yazıp bir kenara şöyle bir filmde kullanırım diye koyduğum müzikler de oluyor. Arşivimde 200’e yakın dizi-film müziği besteleri var. Bu yıl Çağatay Tosun’un Derin Düşünce filmine müzik yaptım. Hatta ensest ilişkiler işlendiği için film baya tartışma konusu da olmuştu. Değişik müzikler yazmıştım o filme. Büyük keyif aldım. Yine dizi ve film müziği çalışmalarım devam edecek.

Türkiye’nin Erkan Oğur ile tanıdığı perdesiz gitar, birincil enstrümanınız. Erkan Oğur ve perdesiz gitarın sizdeki yeri nedir?

Erkan Ağabey’in güzel ruhunu ve yaratmış olduğu müzikaliteyi takip ediyorum ve seviyorum. Diğer fanatikleri gibi üzerime hırkasını giyip, saçlarıma perma yaptırmıyorum. Maalesef böyle yapanlar var ki Erkan Oğur’un da bunu hiç sevmediğini çok iyi biliyorum. Erkan Oğur bir mucit. Perdesiz gitar da onun yaratısı. Albümün Amerika’daki baskısında bir önsöz yazmıştım. Gitar ailesinin en çömez üyesi perdesiz gitardır. Gitar 3500 yaşında, perdesiz gitar 20 yaşında. Belki ilerleyen dönemde ayarları, sap formu, tel yükseklikleri değişebilir. İnsanlar bunu deniyorlar. Ben enstrümanlar üzerinde oynama yapmıyorum, enstrümanlarla oynuyorum. Bazı müzisyenler, bazı ustalarla aynı dönemde yaşadığı için şanslı oluyor. Tamburi Cemil Bey ile oturup bir rakı içmek isterdik ama o dönemde yaşayamadık. Ancak Erkan Oğur’la, Neşet Ruacan’la, Aydın Esen’le aynı masaya oturabiliyoruz. Bunlar bizim için büyük şans.



Eskişehir ve Anadolu Üniversitesi ile ilgili gözlemleriniz neler? Eskişehir’de pek çok kez bulundunuz ama üniversite ilk oldu.

Türkiye’de neredeyse görmediğimiz yer kalmadı ama çok fazla gezme fırsatımız olmuyor. Eskişehir’e gelip Porsuk Çayı’nın kenarına yayılıp bir bira içmedikten sonra bir anlamı yok. Sık sık geldiğim için pek çok yerini biliyorum. Süper bir kent. Türkiye’nin en güzel şehirlerinden bir tanesi. Girilebilecek bir denizi olsa İstanbul’da insan kalmaz. Her şey öğrenciye göre yapılmış, düzayak, çok fazla yokuşu yok. Hollanda gibi bisiklet kullanımı yaygın. Büyükşehir Belediyesi çok güzel çalışıyor. Üniversite çok geniş ve ferah. Konser verdiğimiz salon hem akustik hem de ışık açısından harikaydı. Üniversite hayatı güzel, öğrencilik güzel. Şöyle de bir durum var: Bizler müzisyeniz gelip çaldığımız yerlerde en iyi imkânlar sunuluyor. Bu mesleğin en güzel taraflarından biri de ağırlanmaktır. Ben de birisi evime, stüdyoma geldiğinde ben de güzel ağırlıyorum.

Elle Dergisi’nin “Genç ve Güçlü” başlığı altında 2010’ün 50 genç yeteneği arasında siz de yer alıyorsunuz. Listede Lionel Messi, Adele, Lady Gaga, Mabel Matiz, Lane Del Rey, Gonca Vuslateri gibi isimler de yer alıyor. Zaten Issız Adam filmiyle en iyi film müziği ödülünüz de var. Böyle ödüller size nasıl hissettiriyor?

Açıkçası çok şaşırdım ve bir o kadar da mutlu oldum. Bunlar motive edici şeyler. Ama Adele’le yan yana koymuşlar ama adalemiz yetmez bizim ona. Bu tip insanların yarattığı bu popülariteyi 4 hayat da yaşasam her seferinde de perdesiz bir gitarist olsam bu ülkede yaşayan bir insan olarak yine yaratamam. Layık görmüşler, teşekkür ederim.

Bu başarınız ile yeni proje teklifleri gelmeye başladı mı?

Çıkarsa ne güzel olur. Buradan bakıp da kimmiş bu deyip, beni araştırıp üretebileceğim bir projeyle karşıma gelirse süper olur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder