Doğum Yeri: Tabutta Röveşata
Türkiye'de belirli bir tarz içine konulamayan, Saykodelik yönü ağır basan Baba Zula diye bir grup var. Derviş Zaim'in efsane filmi Tabutta Röveşata filmini izleyenler bu grubu çok iyi bilir. 1996'da Levent Akman, Murat Ertel ve Emre Önel'in kurduğu bu acayip grupla, Eskişehir konseri öncesi oturup hem müzik hem de hayata dair konular üzerine söyleştik. Eskişehir'i her yönüyle seven Baba Zula, sanattan siyasete kısacası insana dair her şeyi bir de bizlerle paylaştı. Keyifle okuyun dostlar...
Tabutta Röveşata filmi grubun başlangıcı ve hayranlarınız da
sizi bu filmle tanıdı. Yurt dışı odaklı bu müzik yolculuğunuz hızla devam
ediyor. Niçin yüzünüzü yurt dışına çevirdiniz?
Bu bir tavır değil. Yurt dışından bize büyük bir ilgi var. Biz
belirli sınırlara karşıyız. Tabii ki bu coğrafyadan geliyoruz, buranın
kültürünü yaşıyoruz. Ancak Tevfik Fikret’in bir lafı vardır: Benim vatanım
dünya milletinde insanlıktır. Biz de böyle düşünüyoruz. Türkiye mikro vatanımız
ama makro ölçüde biz de herkes gibi dünyalıyız. Japonya’dan, Amerika’dan,
Hindistan’dan, Avrupa’dan bize karşı bir ilgi ve bu çok hoşumuza gidiyor. Eğer
Türkiye koşullarını beklersek, buradaki sanatçıların bile bizi anlaması zaman
alıyor. Bu çok yorucu bir şey. Hayat kısa, 20 sene sonra herkesin bizi anlamış
olmasını bekleyemeyeceğiz. 1996’dan beri varız ama insanlar daha yeni yeni Baba
Zula da varmış demeye başladı. Biz inandığımız yoldan taviz vermek istemiyoruz.
Yoksa belli formüller uygulayıp, belli melodik kalıplar içerisinde müzik yapıp
kolaycı bir yaklaşıma gidebiliriz. Mesela Bir Sana Bir de Bana şarkısı en
bilinen şarkımızdır. Çünkü popüler kalıplarda yaptığımız bir şarkıdır. Bir
popülariteye karşı değiliz ama popüler olmak için çalışmak istemiyoruz.
Yapılmamış, bize heyecan veren ve kaliteli işler ortaya çıkarmak istiyoruz. Özgün
bir tarzımız var. Bunu çıktığımız andan beri koruyoruz ve böyle de devam
edecek.
Filmlerle ön plana çıktınız. Film grubu yaftası yapılıyor mu
size?
Yapılıyor. Aslında çok yanlış bir şey de değil. Çünkü
doğumumuz budur. Yani nüfus kâğıdında doğum yeri Tabutta Röveşata yazıyor. Filmin
çıktığı zamanlar her anlamda kısır zamanlardı. Festivallere koyulacak film
bulunamıyordu. Tabutta Röveşata çok zor şartlarda çekilmiş bir filmdir. Günümüzde
az görülmeye başlanan bir türdür. Bu yüzden böyle bir filmin grubu olmaktan
gurur duyuyoruz. Bir de tiyatro müzikleri yapıyoruz. Tiyatro da film kadar
önemli bizler için. İkinci albümümüz Üç Oyundan On Yedi Müzik, sırf tiyatro
oyunları için yaptığımız müziklerden oluşuyor. Hiç kopmadık tiyatrodan. Bu sene
Büyünün Gözleri oyununa müzik yaptık. Tiyatro, sinemaya göre daha az ilgi gören
bir iş. Bu yüzden çok fazla tiyatro için yaptığımız işler bilinmiyor. Ama
tiyatro 10-15 yıl içerisinde, bugün sinemanın elinde bulunan değere
ulaşacaktır. Çünkü çok güzel topluluklar, çok güzel oyunlar çıkıyor.
Dünyada gezmediğiniz çok az yer kalmıştır. Türkiye ve diğer
ülkelerin müzik kültürleri arasında nasıl bir gözleminiz var? Büyük farklar var
mı?
Bize sorarsan gezmediğimiz çok yer var, dünya büyük. Ancak
Türkiye Cumhuriyeti pasaportlu, yurt dışında en çok konser veren de biziz. Her
yerde bambaşka biz müzik kültürü var. Bizim halk müziğimize benzer bir şey
göremedik. Yurt dışında pek bilinmiyor. Bizim işimiz ise bunu tanıtmak.
Etkilendiğiniz sanatçıların, müzisyenlerin pek çoğu
Saykodelik müziğin temsilcileri. Alevi Kültürü de müziğinizde var. Bir de batı
müziği ekliyorsunuz. Ortaya çok sesli bir tür çıkıyor. Harmanlama işini nasıl
yapıyorsunuz. Herhangi bir türün baskınlığı söz konusu mudur?
Bu iş çok doğal bir biçimde gelişiyor. Çünkü Türkiye’de
kendini kültürel etkileşime açan her insanda böyle bir algı vardır. Yani sanata
biraz meraklı bir insansanız, Shakespeare de okursunuz, Pir Sultan Abdal da
okursunuz. Bu müzikte de geçerlidir. Santana da dinlersiniz, Âşık Veysel de
dinlersiniz. Zamanla bunlar birbirinin içine girmeye başlar. Bizce,
Türkiye’deki bütün müziklerin böyle olması gerekir. Türkiye’de güzel müzik
yapılıyor ama özgün olmuyor. Kapalı kalıplarda müzik yapanlar özgün olmuyor.
Sadece içinde bulunduğu türün iyi birer temsilcisi/yorumcusu olarak kalıyorlar.
Bu kadar kapalı kalınması bize gerçekten enteresan kalıyor. Salt Alevi
kültürüne bağlı değiliz. Afrika kültüründen de Amerika ve İngiltere kültüründen
de etkileniyoruz. Olaya daha evrensel bakıyoruz. Ezilmiş, arka plana atılmış
kültürleri de çok merak ediyoruz, araştırıyoruz. Alevi kültürünü araştırırken
bir yandan da Şaman kültürünü de araştırıyoruz. Çünkü emperyalizm sadece
batıdan gelmiyor, doğudan da geliyor. Türkiye’de şuan büyük bir Arap
emperyalizmi var. Kimse bundan bahsetmiyor. Bir caddede yürürken bugüne kadar
hiç görmediğimiz Arap Bankları’nın şubelerini görebiliyoruz. Din üzerinden de
bir baskı var. Bunun farkında olmak gerekiyor. Tepki göstermek gerekiyor. Biz
bunu müzikle yapmaya çalışıyoruz.
Albümlerden ziyade sahnede devinen, maharetlerini
dinleyicisine yüz yüze gösteren bir grupsunuz. Rengârenk ve enerjik bir sahneye
sahipsiniz. Bunun bir standardı var mı yoksa sergilenen kültüre/ülkeye göre
farklılıklar gösteriyor mu?
Çok büyük bir farklılık olmuyor. Ama oturan seyirci-ayakta
seyirci, festival-kulüp, yaz-kış gibi durumlarda değişiyor. Kültürden ziyade mekâna
ve zamana bağlı bir değişim olabiliyor. Bazı yerlerde dansöz olmuyor, belli bir
sansür oluyor. Bazı yerlerde çok sert çalamıyorsunuz, bazı yerlerde de yavaş
çalamıyorsunuz. İlk soruda yurt dışına yönelme konusuna değinmiştik. Biz
yönelmedik aslında. Şartlar işi buraya getirdi. Yurt dışından büyük bir ilgi
görüyoruz, bunu neden reddedelim? Ama biz Türkiye’de çalmaktan daha büyük keyif
alıyoruz. Ne zamandır Eskişehir’e gelemedik diye üzülüyorduk.
Eskişehir demişken, hem kitleniz hem de kent hakkındaki
düşüncelerinizi de dinleyelim…
Eskişehir’i çok seviyoruz. Bize göre Türkiye’nin bir
numaralı kenti. Tüm kentlerin Eskişehir gibi olması gerekiyor. Büyükşehir
Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’i çok beğeniyoruz, İletişim Bilimleri
Fakültesi’ni kurduğundan beri takip ediyoruz. Aynı zamanda sanatla ilgilenen,
idealist bir insan. Bizler politikacılardan hoşlanan insanlar değiliz ama
politikacı olacaksa böyle bir insan olması gerekir. Eskişehir’in oluşumunu
gıptayla izliyoruz. Buraya Avrupa kenti deniyor. Ama Eskişehir Avrupa
kentlerine benzemiyor. Benzemesin zaten. Burası Türkiye’nin uygar kenti.
Avrupa’yı bir kıyas olarak almak yanlış. Bir kentte değişik medeniyet ve
kültürlerin buluşma noktası olması gerekiyor. Eskişehir, bırakın desteği her
türlü kösteğe rağmen bu şekilde gelişiyor. Hem de bunu Anadolu’nun göbeğinde
yapıyor. Ankara’dan çok daha iyi. Türkiye bir İstanbul, bir Antalya, bir İzmir
olmamalı. Bu tür yerle Anadolu’nun içinden çıkmalıdır. Bu zamanlar olacaktır.
Eskişehir, nevi şahsına münhasır bir şehir. Çiböreği güzel, mantısı güzel. Dinleyici
kitlemize gelecek olursak, Eskişehir kalabalık ve genç bir şehir. Buradaki
yüksek enerjiyi her geldiğimizde hissediyoruz. Eskişehir’i Eskişehir yapan
biraz da bu durum. Gençlikten ve onların düşüncelerinden korkulmuyor, bu
aşılmış.
Baba Zula müzik dışında ne işlerle uğraşıyor? Gelecekte
neler göreceğiz?
Öncelikle Balkan Ekspres diye bir film projesi var. İstanbul
Film Festivali’nde gösterilecek. Bu projede baya ağırlıklı olarak yer aldık. Eski
bir filme müzik yapıyoruz. 1917’de İstanbul’da çekilen ilk film olan Doğu’nun
Çiçeği’ne (Enis Aldjelis) canlı müzik yapıyoruz. Bol bol konser veriyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder