31 Mart 2013 Pazar

Baba Zula Söyleşisi


                                   Doğum Yeri: Tabutta Röveşata




Türkiye'de belirli bir tarz içine konulamayan, Saykodelik yönü ağır basan Baba Zula diye bir grup var. Derviş Zaim'in efsane filmi Tabutta Röveşata filmini izleyenler bu grubu çok iyi bilir. 1996'da Levent Akman, Murat Ertel ve Emre Önel'in kurduğu bu acayip grupla, Eskişehir konseri öncesi oturup hem müzik hem de hayata dair konular üzerine söyleştik. Eskişehir'i her yönüyle seven Baba Zula, sanattan siyasete kısacası insana dair her şeyi bir de bizlerle paylaştı. Keyifle okuyun dostlar...

Tabutta Röveşata filmi grubun başlangıcı ve hayranlarınız da sizi bu filmle tanıdı. Yurt dışı odaklı bu müzik yolculuğunuz hızla devam ediyor. Niçin yüzünüzü yurt dışına çevirdiniz?

Bu bir tavır değil. Yurt dışından bize büyük bir ilgi var. Biz belirli sınırlara karşıyız. Tabii ki bu coğrafyadan geliyoruz, buranın kültürünü yaşıyoruz. Ancak Tevfik Fikret’in bir lafı vardır: Benim vatanım dünya milletinde insanlıktır. Biz de böyle düşünüyoruz. Türkiye mikro vatanımız ama makro ölçüde biz de herkes gibi dünyalıyız. Japonya’dan, Amerika’dan, Hindistan’dan, Avrupa’dan bize karşı bir ilgi ve bu çok hoşumuza gidiyor. Eğer Türkiye koşullarını beklersek, buradaki sanatçıların bile bizi anlaması zaman alıyor. Bu çok yorucu bir şey. Hayat kısa, 20 sene sonra herkesin bizi anlamış olmasını bekleyemeyeceğiz. 1996’dan beri varız ama insanlar daha yeni yeni Baba Zula da varmış demeye başladı. Biz inandığımız yoldan taviz vermek istemiyoruz. Yoksa belli formüller uygulayıp, belli melodik kalıplar içerisinde müzik yapıp kolaycı bir yaklaşıma gidebiliriz. Mesela Bir Sana Bir de Bana şarkısı en bilinen şarkımızdır. Çünkü popüler kalıplarda yaptığımız bir şarkıdır. Bir popülariteye karşı değiliz ama popüler olmak için çalışmak istemiyoruz. Yapılmamış, bize heyecan veren ve kaliteli işler ortaya çıkarmak istiyoruz. Özgün bir tarzımız var. Bunu çıktığımız andan beri koruyoruz ve böyle de devam edecek.



Filmlerle ön plana çıktınız. Film grubu yaftası yapılıyor mu size?

Yapılıyor. Aslında çok yanlış bir şey de değil. Çünkü doğumumuz budur. Yani nüfus kâğıdında doğum yeri Tabutta Röveşata yazıyor. Filmin çıktığı zamanlar her anlamda kısır zamanlardı. Festivallere koyulacak film bulunamıyordu. Tabutta Röveşata çok zor şartlarda çekilmiş bir filmdir. Günümüzde az görülmeye başlanan bir türdür. Bu yüzden böyle bir filmin grubu olmaktan gurur duyuyoruz. Bir de tiyatro müzikleri yapıyoruz. Tiyatro da film kadar önemli bizler için. İkinci albümümüz Üç Oyundan On Yedi Müzik, sırf tiyatro oyunları için yaptığımız müziklerden oluşuyor. Hiç kopmadık tiyatrodan. Bu sene Büyünün Gözleri oyununa müzik yaptık. Tiyatro, sinemaya göre daha az ilgi gören bir iş. Bu yüzden çok fazla tiyatro için yaptığımız işler bilinmiyor. Ama tiyatro 10-15 yıl içerisinde, bugün sinemanın elinde bulunan değere ulaşacaktır. Çünkü çok güzel topluluklar, çok güzel oyunlar çıkıyor.

Dünyada gezmediğiniz çok az yer kalmıştır. Türkiye ve diğer ülkelerin müzik kültürleri arasında nasıl bir gözleminiz var? Büyük farklar var mı?

Bize sorarsan gezmediğimiz çok yer var, dünya büyük. Ancak Türkiye Cumhuriyeti pasaportlu, yurt dışında en çok konser veren de biziz. Her yerde bambaşka biz müzik kültürü var. Bizim halk müziğimize benzer bir şey göremedik. Yurt dışında pek bilinmiyor. Bizim işimiz ise bunu tanıtmak.

Etkilendiğiniz sanatçıların, müzisyenlerin pek çoğu Saykodelik müziğin temsilcileri. Alevi Kültürü de müziğinizde var. Bir de batı müziği ekliyorsunuz. Ortaya çok sesli bir tür çıkıyor. Harmanlama işini nasıl yapıyorsunuz. Herhangi bir türün baskınlığı söz konusu mudur?

Bu iş çok doğal bir biçimde gelişiyor. Çünkü Türkiye’de kendini kültürel etkileşime açan her insanda böyle bir algı vardır. Yani sanata biraz meraklı bir insansanız, Shakespeare de okursunuz, Pir Sultan Abdal da okursunuz. Bu müzikte de geçerlidir. Santana da dinlersiniz, Âşık Veysel de dinlersiniz. Zamanla bunlar birbirinin içine girmeye başlar. Bizce, Türkiye’deki bütün müziklerin böyle olması gerekir. Türkiye’de güzel müzik yapılıyor ama özgün olmuyor. Kapalı kalıplarda müzik yapanlar özgün olmuyor. Sadece içinde bulunduğu türün iyi birer temsilcisi/yorumcusu olarak kalıyorlar. Bu kadar kapalı kalınması bize gerçekten enteresan kalıyor. Salt Alevi kültürüne bağlı değiliz. Afrika kültüründen de Amerika ve İngiltere kültüründen de etkileniyoruz. Olaya daha evrensel bakıyoruz. Ezilmiş, arka plana atılmış kültürleri de çok merak ediyoruz, araştırıyoruz. Alevi kültürünü araştırırken bir yandan da Şaman kültürünü de araştırıyoruz. Çünkü emperyalizm sadece batıdan gelmiyor, doğudan da geliyor. Türkiye’de şuan büyük bir Arap emperyalizmi var. Kimse bundan bahsetmiyor. Bir caddede yürürken bugüne kadar hiç görmediğimiz Arap Bankları’nın şubelerini görebiliyoruz. Din üzerinden de bir baskı var. Bunun farkında olmak gerekiyor. Tepki göstermek gerekiyor. Biz bunu müzikle yapmaya çalışıyoruz.



Albümlerden ziyade sahnede devinen, maharetlerini dinleyicisine yüz yüze gösteren bir grupsunuz. Rengârenk ve enerjik bir sahneye sahipsiniz. Bunun bir standardı var mı yoksa sergilenen kültüre/ülkeye göre farklılıklar gösteriyor mu?

Çok büyük bir farklılık olmuyor. Ama oturan seyirci-ayakta seyirci, festival-kulüp, yaz-kış gibi durumlarda değişiyor. Kültürden ziyade mekâna ve zamana bağlı bir değişim olabiliyor. Bazı yerlerde dansöz olmuyor, belli bir sansür oluyor. Bazı yerlerde çok sert çalamıyorsunuz, bazı yerlerde de yavaş çalamıyorsunuz. İlk soruda yurt dışına yönelme konusuna değinmiştik. Biz yönelmedik aslında. Şartlar işi buraya getirdi. Yurt dışından büyük bir ilgi görüyoruz, bunu neden reddedelim? Ama biz Türkiye’de çalmaktan daha büyük keyif alıyoruz. Ne zamandır Eskişehir’e gelemedik diye üzülüyorduk.

Eskişehir demişken, hem kitleniz hem de kent hakkındaki düşüncelerinizi de dinleyelim…

Eskişehir’i çok seviyoruz. Bize göre Türkiye’nin bir numaralı kenti. Tüm kentlerin Eskişehir gibi olması gerekiyor. Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’i çok beğeniyoruz, İletişim Bilimleri Fakültesi’ni kurduğundan beri takip ediyoruz. Aynı zamanda sanatla ilgilenen, idealist bir insan. Bizler politikacılardan hoşlanan insanlar değiliz ama politikacı olacaksa böyle bir insan olması gerekir. Eskişehir’in oluşumunu gıptayla izliyoruz. Buraya Avrupa kenti deniyor. Ama Eskişehir Avrupa kentlerine benzemiyor. Benzemesin zaten. Burası Türkiye’nin uygar kenti. Avrupa’yı bir kıyas olarak almak yanlış. Bir kentte değişik medeniyet ve kültürlerin buluşma noktası olması gerekiyor. Eskişehir, bırakın desteği her türlü kösteğe rağmen bu şekilde gelişiyor. Hem de bunu Anadolu’nun göbeğinde yapıyor. Ankara’dan çok daha iyi. Türkiye bir İstanbul, bir Antalya, bir İzmir olmamalı. Bu tür yerle Anadolu’nun içinden çıkmalıdır. Bu zamanlar olacaktır. Eskişehir, nevi şahsına münhasır bir şehir. Çiböreği güzel, mantısı güzel. Dinleyici kitlemize gelecek olursak, Eskişehir kalabalık ve genç bir şehir. Buradaki yüksek enerjiyi her geldiğimizde hissediyoruz. Eskişehir’i Eskişehir yapan biraz da bu durum. Gençlikten ve onların düşüncelerinden korkulmuyor, bu aşılmış.

Baba Zula müzik dışında ne işlerle uğraşıyor? Gelecekte neler göreceğiz?

Öncelikle Balkan Ekspres diye bir film projesi var. İstanbul Film Festivali’nde gösterilecek. Bu projede baya ağırlıklı olarak yer aldık. Eski bir filme müzik yapıyoruz. 1917’de İstanbul’da çekilen ilk film olan Doğu’nun Çiçeği’ne (Enis Aldjelis) canlı müzik yapıyoruz. Bol bol konser veriyoruz.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder