Söyleşiler


  “Benim için en önemlisi özgün olabilmek”



Renkli kişiliği ve müzik tarzıyla tüm dünyada adından söz ettiren disko müzisyeni Bedük,
Eskişehir Hayal Fabric Performance Hall’deki konseri öncesinde sorularımızı yanıtladı. Özgünlüğün kendisi için en önemli özellik olduğunu söyleyen Bedük, Eskişehir’de ne zaman konser verse, arkadaşlarıyla buluşmuş gibi hissettiğini ve çok keyif aldığını dile getirdi.


Dans-Pop müziğin en güçlü temsilcisi olarak tarzınızı dinleyicilere farklı bir konseptle sunuyorsunuz. Ülke sınırlarını aşan tarzınızdan biraz bahseder misiniz?

Ben dans müziği yapıyorum. Bu müzik, 70lerin, 80lerin diskosundan ve power popundan etkileniyor. Buna elektropop da denebilir. Kendime özgü bir şey. Sürekli dinlediğim ve yıllar içerisinde beni etkileyen müziklerin sentezi benim tarzımı oluşturuyor.

Çekmiş olduğunuz kliplerle adınızdan çok söz ettiriyorsunuz. En son 3D formatında Ful şarkınıza klip çektiniz. Kliplerin yapım aşaması nasıl oluyor? Siz bu işin içerisinde yapımcı olarak yer alıyor musunuz?

Müziğimde de olduğu gibi kliplerimde de yapım aşamasında işin içerisindeyim. Zaten şarkılarımı yaparken, çekeceğim klipte kafamda oluşuyor. Grafik tasarım mezunuyum ve bu sayede şarkılarımın görsel hali kafamda hep oluyor. Bu işin ustası yönetmenlerle çalışıyorum. Kafamdakileri yönetmenlerle paylaşıyorum. Üzerinde çalışıp ne yapacağımıza karar veriyoruz ve kliplerim bu şekilde oluşuyor.

Sadece Türkiye’de dünyanın pek çok yerinde konserler verdiniz. En çok eğlendiğiniz ve eğlendiğiniz konser hangisidir?

Benim için her konserin yeri ayrıdır. 500 kişilik yerde çıktığım konser de nefistir, ODTÜ’deki gibi 30 bin kişilik konser de nefistir. Ama Amsterdam’da verdiğim konserlerden çok keyif aldım. Hepsi benim için özeldir. En güzeli şudur diyemem.

Eskişehir’e daha önce gelmiş birisi olarak burayı nasıl buluyorsunuz?

Nefis bir şehir. Ben doğma büyüme Ankaralıyım. Eskişehir de tıpkı Ankara gibi. Yapılar, sosyal hayatı Ankara’ya çok benziyor. Eskişehir’i bu yüzden çok seviyorum. Eskişehir’de sahne almak ise ayrı bir keyif. Sanki arkadaşlarımla buluşmuşum da haydi bu kez ben söylüyorum demiş gibi oluyorum. Burası bir öğrenci kenti ve işimizin temeli öğrencilerde. Onların beğenisini kazanmak benim için her zaman çok önemli olmuştur.

Renkli ve farklı kişiliğinizle dikkat çekiyorsunuz. Bedük’ü müzik haricinde bir mecrada da görebilecek miyiz?

Önüme sunulan her şeyi yapayım iyice şöhret olayım gibi bir düşüncem yok. Benim için her zaman müzik öndedir. Bunun yanında gelen teklifleri de tabiî ki değerlendiriyorum. Doğru bir işse, benim gözümde güzel bir işse içerisinde bulunmak istiyorum. Yakın zamanda Mucuk adlı bir dizide rol alacağım. Dizide sinema hocasını canlandıracağım. Müzikal bir dizi, ben de üniversitedeki gençlere yardımcı olan sinema hocası karakterinde olacağım. Hem kendimi denemiş olacağım hem de eğlenceli bir işin içerisinde bulunacağım. Sonuç olarak torunlarıma anlatacak bir hikâyem daha olacak.

Müzik evrenseldir ve siz de bunu tarzınızla doğruluyorsunuz. Kitleleri ve listeleri alt üst eden müziği yapmak nasıl bir duygu?

Bu hayatımın getirdiği bir sonuç olduğu için, dışarıdan bakınca çok şoke edici gelmiyor. Zaten olması gereken budur diye düşünüyorum. Yaptığım iş insanlar tarafından seviliyor. Bu başarının anlaşılıyor olması ve insanlar tarafından benden çok benimsenmesi çok güzel. Benim için en önemli nokta da budur.

Popüler kültürün bir ürünü olmak var bir de popüler kültüre ürün kazandırmak var. Sizinkisi ürün kazandırmak olduğuna göre size bu yolda eşlik etmek isteyenler var mı? Yani dans-pop tarzına yeni isimler gelebilir mi? Size bu düşünceyle gelen kişiler oldu mu?

İnşallah vardır. Fakat benim için önemli olan özgünlük. Tarzı ne olursa olsun, bana gelen kendine ait olan bir düşünceyi hayata geçirmek istiyorsa eğer benim için en önemli nokta budur. Yakın bir zamanda Federaller adlı bir grup çıkartıyoruz. Benim şirketimden çıkacak bu grup. Çok nefis bir müzik yapıyorlar. Fakat tarzları benim gibi değil. Onlar kendine özgü müzik yapıyorlar. Özgünlük her zaman kaliteyi getirir.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Sevgi, dünya barışı…

********************************************************

    "Samimiyet benim vazgeçilmezimdir"



Eskişehir konseri kapsamında Hayal Eskişehir Fabric Performance Hall’de sevenleriyle buluşan sanatçı Demir Demirkan, konser sonrası sorularımızı yanıtladı. Konser boyunca çok eğlendiğini belirten sevilen sanatçı, Eskişehir’in kendisinde ayrı bir yeri olduğunu söyledi.

Pentagram ya da yurt dışında bilinen adıyla Mezarkabul’de müzik hayatına başlayan Demirkan, çıkardığı 4 solo albüm ve pek çok ünlü müzisyene yapımcı ve müzisyen olarak eşlik ettiği projelerle dikkat çekiyor. En dikkat çeken nokta ise, 2003 yılında Türkiye’nin ilk ve tek Eurovision birinciliğini getiren şarkı Every Way That I Can’in beste ve söz yazarı olması. Keyif dolu bir geceye imza atan Demirkan’la güzel bir söyleşiye başlıyoruz.

Pentagram(Mezarkabul) ile başlayan, yapımcılığa kadar süren başarılı dolu bir müzik hayatınız var. Nasıl başladı ve şimdi nasıl gidiyor?

Aslına bakarsanız biraz dağınık oldu. Hiçbir işime şimdi şunu yapayım, sonra şunu yapacağım şeklinde yaklaşmadım. Hala da bir oraya bir buraya gidiyor. Kafamda sürekli başka başka işler oluyor. Fakat hep içimden geldiği gibi yaşıyorum. Karar almak benim için uzun sürmüyor. Bazen aldığım kararlar ayrı uçlarda da olabiliyor. Mesela, önce şarkı söylersin, sonra yapımcılık yaparsın, ardından film müzikleri yaparsın sonra başka müzisyenlerle çalışırsın. Hayat ne getiriyorsa ben de ona göre hemen kararımı verip işimi yapıyorum.



Pek çok ünlü isimle hem yapımcı hem de müzisyen olarak çalıştınız. Bunların içerisinde sizi en çok etkileyen, iş yaparken zevk almanızı sağlayan birisi oldu mu?

Amerika’da bulunduğum zamanlarda pek çok isimle çalıştım. Amerikalı gitarist Mike Stone ile çalışmıştım. Bir müzik grubunun albüm kayıtlarını beraber yapmıştık. Fakat onun kayıtlarını kullanamamıştık. Albümde tarz değişikliği gibi durumlar oldu. Stone müzisyenliğinin yanı sıra, çok samimi bir adam. Hiçbir gizlisi saklısı yok ve ben bu konuda çok hassas bir insanın. Bu tarz insanlarla iş yapmak bana daha ayrı bir keyif veriyor. Çünkü bu tarz insanlar hayatlarında olduğu gibi müzikte de kendilerini sakınmıyorlar ve ne varsa ortaya koyuyorlar.

Türkiye’ye Eurovision’da birinciliği getiren ilk ve tek şarkı sizin eseriniz. Bundan sonraki süreçte de Demir Demirkan imzalı bir şarkıyı Eurovision’da görecek miyiz?

Sanmıyorum. Böyle bir niyetim yok.

İlki 2000 yılında olmak üzere 4 solo albümünüz var. Dinleyenlerinize yeni bir albüm müjdeniz var mı?

Yakına yeni bir albüm çıkıyor. 4 solo albümümden seçtiğimiz şarkılardan ve Hepsi Hikâye adlı yeni şarkımdan oluşan bir albüm olacak. Aslında gitaristlere bir müjdem olabilir. Enstrümantal gitar albümü yapmayı düşünüyorum. Gitarist arkadaşlar benden böyle bir iş bekliyorsa ki beklediklerini düşünüyorum, ben de şuan bu iş için çok hevesliyim. Yakın bir zamanda da bunu yapmayı istiyorum.

Gelibolu adlı belgesel ve Devrim Arabaları filminde müzik yapımcısı, 5i Bir Yerde adlı dizide de hem başrol oyuncusu hem de müzik yapımcısı olarak çalıştınız. Son zamanlarda dizi ve film müziklerini rock grupları ve solistler daha çok yapmaya başladı. Sizin bu konuya bakış açınız nedir?

Müzik için biraz taze kan lazım. Müzik konusunda çok fazla idealist düşünmek bence iyi değil. Çünkü böyle olunca iyi müziğin etkisi azalmaya başlıyor. Bir müziği alıp, popüler bir diziye koyduklarında bu iş oluyorsa, sonuçta müzik bozulmuyor ve popüler kültüre tanıtılmış oluyor. Daha çok seyirci olunca, müziği dinleyenlerin sayısı da daha çok artıyor. Bu müziğe katkı olacağı için, o müzik daha çok üretiliyor ve bu çok önemli bir şey. Ben bu konuda tamamen pozitifim ve bu konuda idealist bir tavır göstermiyorum. Fakat müzik değiştirilmemeli. Mesela, bu müzik bu diziye uygun değil, haydi şurasını değiştirelim keselim gibi bir yaklaşım doğru değil. Müzik, olduğu gibi diziye adapte edilebilirse çok güzel işler ortaya çıkar. Bunun örneklerini hepimizi görüyoruz.

Dünyada ve Türkiye’de pek çok yerde bulundunuz. Eskişehir’i nasıl buluyorsunuz?

En son geçen yıl gelmiştim. Hatta badireli bir konser olmuştu. Eskişehir’e gelişimiz biraz sorunlu olmuştu. Uçakla gelecektik fakat hava koşulları sebebiyle uçuş ertelendi. Saatlerce bekledik fakat uçuş iptal oldu. Daha sonra arabayla yola çıktık. Saat 22:00’da yola çıktık. Zorlu bir yolculuğun ardından Eskişehir’e ulaştık. Saat 03:0’0da sahneye çıktım. Seyircilere sabırla bizi bekledikleri için çok teşekkür ediyorum. Saatlerce beni beklediler. Biz sürekli yoldan haber veriyorduk durumumuzla ilgili. Zor başlayan ama çok güzel biten bir konserdi. Eskişehir’den hep iyi anılarla ayrıldım. Bugün de çok güzel geçti. Hepimiz çok eğlendik. 2000’den beri sürekli geliyorum ve buranın yeri bende çok ayrı.

Son olarak, Türkiye’nin ilk heavy metal grubu Pentagram’da geçirdiğiniz yıllardan bahseder misiniz?

Pentagram’dayken hepimiz öğrenciydik. Tarkan Gözübüyük’le Ankara’da okuyorduk. Trenle sürekli İstanbul’a gidip geliyorduk. Hakan Utangaç’ın bir evi vardı İstanbul’da. Orada toplanıp, çalıp söylüyorduk. Ciddi bir gürültü çıksa da kimse rahatsız olmuyordu. Pentagram’ın ilk albümü Trail Blazer orada çıktı. Tamamen bizim özverimizle çıktı. Çünkü ne kayıt yapmayı ne de prodüksiyon yapmayı biliyorduk. Bildiğimiz kadarıyla uğraştık ve albümü piyasaya çıkardık. Albümü dinleyenler bilir. Çalımlarda pek bir sıkıntı yoktur ama ses kalitesi amatör bir ruhla yapıldığını gösterir. Anatolia albümü ise bambaşka bir iş oldu. Neredeyse hepimiz birer prodüktördük. Anatolia benim için Trail Blazer’a göre çok müzikal bir albüm. Çok güzel zamanlardı ve Anatolia albümünden çok büyük zevk almıştım.

********************************************************

             İnternetle başladılar, dinleyicileriyle devam ediyorlar



Geçtiğimiz yıl çıkardıkları Akıyor Zaman adlı 3’ncü albümleriyle adından sıkça söz ettiren grup Seksendört, Türkiye turnesi kapsamındaki 25’nci durakları Eskişehir’de sorularımızı yanıtladı. Grup adına konuşan solist Tuna Velibaşoğlu, Seksendört’ün internetle başlayıp bugüne kadar gelen serüvenini anlattı. Eskişehir’i çok beğendiklerini de belirten Velibaşoğlu, müzikten kazandığını müziğe yatıran ve çizgilerini bozmadan yoluna devam eden bir grup olduklarının altını çizdi.

“İnternet Fenomeni” diye adlandırılan müzisyen veya grupların öncüsü olarak ilk akla gelen kelime Seksendört. İnternetin giderek daha da yaygınlaştığı günümüzde Seksendört bu mecranın şuan neresinde yer alıyor?

Zaman çok hızlı değiştiği için ve teknoloji çok hızlı ilerlediği için, grup olarak internetin nimetlerinden çıkışımız haricinde çok fazla yararlandığımız söylenemez. Belki daha faydalı şekilde kullanabilirdik. Fakat bize kattığı değer şüphesiz ki çok fazladır. Sonuç olarak bir albümümüz olmasına ve daha iyi tanınmamıza internet yardımcı oldu. Şimdi sosyal paylaşım sitelerindeki oranlara baktığımızda bu mecrada çok etkin olmadığımız söyleyebiliriz.

Bizler, anlamlandıramadığımız ya da bilmediğimiz her müziğin başına “Alternatif” kelimesi getirmeyi bir alışkanlık haline getirdik. Siz de bir şekilde bu kategori edilme eylemine maruz kalıyorsunuz. Müziğinizin belli bir tarzı var mı yoksa müziği bir kalıba sokmamak mı sizin tarzınızdır?

Bu neticede bir seçimdir ve herkesin seçimlerine saygı duyuyoruz. En başından beri mümkün mertebe kendimizi bir kategoriye sokmak istemedik. Çünkü grubumuz vokal ve armonik yapısıyla tarzını bir şekilde oluşturuyor. Biz illaki rock yapalım, pop yapalım, arabesk yapalım gibi bir tutkuda hiçbir zaman olmadık. Çünkü bestenin hissettirdiği bir uyum var. Şarkıdaki duygunun en iyi şekilde aktarılabileceği şekilde çalışıyoruz. Bu bence bir liboşluk değil, tamamen müziğe hizmettir. Bizler kısaca Türkçe sözlü müzik yapıyoruz, o kadar.



3 albüm ve bir single ile piyasadaki yerinizi aldınız. Albüm yapmanın artık pek fazla cazibesi kalmadı. Seksendört albümlere yenilerini ekleyecek mi yoksa sahne performansları daha öncelikli mi olacak?

Aslında single yapmak rock grupları için bence çok geçerli bir durum değil. Üçüncü albümü biraz geciktirince aradaki farkı açmamak adına bir single yaptık fakat basmadık. Bu sadece dijital platformdan yayınlandı. Grupların canlı performans sergileyebilmeleri için albüm yapmaları gerektiği düşüncesindeyiz. Bizim 3 albümümüz ve sahnede çaldığımız zaman artık insanlar 15-16 şarkıya birebir tepki verebiliyorlar. Mecbur kalırsak böyle bir yola başvurabiliriz. Fakat şuan için bir single yapalım, günü kurtaralım da devam edelim gibi bir durumumuz yok. Üretebilen insanlarız, bu yüzden albüm yapmayı her zaman isteriz.

Videokliplerinizde çekim açıları, kullanılan dekorlar vs birbiriyle çok benzer etkiler sunuyor. Bu etkiler sürecek mi yoksa farklı konseptlerde klip çekimleriniz de olacak mı?

Bu durumun en büyük sebebi kliplerimizin çoğunu aynı kişinin çekmesi olabilir. Zaten televizyonda izlenebilecek belli senaryolar var. Kanalların yayınlamak istedikleri ya da uygun gördükleri renkler var. Böyle bir sürü kalıbı bir araya getirdiğimizde dar bir konsept oluşuyor. Çok memnun olduğumuzu söyleyemem. Bizler de senaryo üretebiliyoruz ancak hem maddi açıdan hem de kanalların yayın stratejileri bizi zorlayabiliyor. Mecburen oyunu kuralına göre oynuyoruz. Bizler müzikten kazandığımızı yine müziğe yatırıyoruz.

Dizi ya da filmlerde hem müzik yapmak hem de fiziksel olarak var olmak, grupları ya da şarkıcıları daha popüler hale getiriyor. Sizin böyle bir düşünceniz var mıdır?

Biz de diğer gruplar gibi bu tür işlerde var olmayı çok isteriz. Çünkü biz işe dizi ya da film üzerinden değil, şarkımız hangi yolla olursa olsun dinleyiciye ulaşsın gözüyle bakıyoruz. Daha önce 2-3 kez dizi ve film müziği teklifleri geldi. Dizi piyasasında da çok büyük çarklar, kumpaslar dönüyor. Birkaç kez tuzağa da düşürüldük. Ama iyi ki de düşürülmüşüz, çünkü o tuzaklardan birinde Azap adlı şarkımız ortaya çıktı. Kendime Yalan Söyledim şarkımız da yine bir dizi vesilesiyle ortaya çıktı. Her şerde bir hayır var diyebiliriz.

Popüler kültür en yoğun süreçlerinden birini yaşıyor ve her şey kolay tüketilir, çabuk unutulur oldu. Pek çok grup ve sanatçı sırf bu kaygıdan dolayı tarz değişikliğine hatta köklü bir yapı değişikliğine bile gitti. Seksendört bu işin neresinde?

Seksendört hiçbir zaman bu işin hiçbir yerinde olmak istemiyor. Biz genel olarak popüler kültürden elimizden geldiğinde uzak durmaya çalışıyoruz. Grup içinde “Nereye gidiyoruz, ne yapıyoruz?” başlığı altında tartışmalarımız da oluyor. Burada esas olan birkaç nokta var. Birincisi, yapılan müzik paylaşılabilmeli. Mesela ben şu tarzdan bir grubum ve sürekli bunu yapacağım diyerek albüm satamıyorsan bu olmaz. Bu işten sadece biz değil, işin arka planında olan teknik ekip olsun, sahne ekibi olsun ekmek yiyenler var. Kendimiz de dâhil pek çok insanı düşünmek zorundayız. İhtiraslara kapılıp dinlenmeyecek ya da kaygılar yüzünden değiştirelim her şeyi diyemeyiz. Bizler yarın bu grubu dağıtacakmış gibi işimizi yapıyoruz. Hayatımızı sadece gruba bağlamıyoruz. Çünkü bunu kaybetmekten korkarsak, her şeyimizi kaybedebiliriz.

Eskişehir’e pek çok kez gelen bir grup olarak kenti ve kentin eğlence hayatını nasıl buluyorsunuz?

Bu gelişimizde çok fazla gezme ve vakit geçirme şansımız olmadı. Geldiğimizde boş vaktimiz olursa yerel radyoları ziyaret etmeye ve mümkün olduğunca desteklemeye çalışıyoruz. Daha önce vakit geçirme şansımız olmuştu. Bir öğrenci şehri olarak çok hızlı bir gelişme kaydettiği kesin. Mimari ve çevresel açıdan çok büyük bir gelişim var. Porsuk Çayı etrafının bu kadar güzel şekillenmesi, büyük alışveriş merkezinin etrafının iyi düzenlenerek bir beton yığını görünümünden kurtarılması çok güzel değerler. Küçük bir Avrupa kenti havası var. Ankara’dan ve Türkiye’nin pek çok ilinden daha güzel gözüküyor. Bu bizim gördüğümüz Eskişehir’dir.

********************************************************


            Üç, Dört, Beş çıktı, 12 yolda




Türkiye’nin en başarılı rock gruplarından Gripin, turne kapsamında geldiği Eskişehir 222 Park Live konseri öncesinde sorularımızı yanıtladı. Son albümleri M.S 05.03.2010 ile Eskişehirlilerle ilk kez buluşan grup, Şubat’ta yeni albümünü piyasaya çıkarmayı planlıyor. Gripin adına sorularımızı yanıtlayan solist Birol Namoğlu, albüm ve projeler hakkında bilgiler verdi.

2004 yılında Hikâyeler Anlatıldı albümü ve özellikle Elalem şarkısıyla hızlı bir çıkış yaptınız. Kişisel olarak pek çok çalışmanız var. Peki, Gripin nasıl ortaya çıktı?

2004 yılına kadar pek çok işte birlikte olduğumuz arkadaşım Evren Gülçığ ile birlikte Gripin’i kurduk. Grubu kurmadan önce müziğe ara vermiştik. Sonra tekrar müzik yapalım dedik. Hafta sonları müzik yapmak için beş kişilik bir grup kurduk. Amacımız, Pazar günleri müzik yapmaktı. Pazar günleri müzik yapmaya devam ederken, bir bar açıldı ve biz bu mekânda 4 yıl boyunca her cumartesi çaldık. Sonra bir ağabeyimiz çıktı geldi ve bir albüm yapma teklifinde bulundu. Hikâyeler Anlatıldı albümü çıktı ve yavaş yavaş, kazıya kazıya bugünlere kadar geldik.

Bireysel olarak da grup olarak da pek çok ödülünüz bulunuyor. Türkiye’de başarıların ödüller üzerinden değerlendirildiğini düşünürsek; bu başarınızı neye bağlıyorsunuz?

Ödüller alkışın somut halidir. Öncelikle, başarımızı grubun kendi içerisindeki samimiyetine ve dinamizmine bağlıyoruz. Bu konuda bize destek veren şirketimizin, emek veren herkesin büyük payı var. İnanılmış, çalışılmış bir iş olduğu zaman, başarı oluyor diye düşünüyorum. Her zaman olacak mı? Belki olmayacak. Ama biz her zaman bu samimiyetimizi sürdüreceğiz.



Eurovizyon şarkı yarışması konusunda teklif geldi mi? Geldiyse ya da gelirse tutumunuz nasıl olur?

Şuan için böyle bir teklif gelmedi. Gelirse düşünürüz. Bu düşünmek yanlış algılanmasın. Gripin Eurovizyon’a gitmek istiyor gibi algılanıyor. Herkes gibi şansımızı denemeyi elbette isteriz. Ancak, bunu yapabilecek çok farklı müzisyenler de var.

Dizi müzikleri ile de tanınan bir grupsunuz. Geniş Aile dizisi için yaptığınız Komşu Kızı adlı şarkınız, en iyi dizi müziği seçildi. Bu tür projeleriniz ve albüm çalışmanız var mı?

Dizilerle ilgili projeler olabilir. Fakat bunun dışında başka projelere bir iki şarkımız var. Yakında herkes bunları görebilir. Bunlar bir renk ve bizi çalışmaya itiyor. Konser anlamında çok çalışkan bir grup olmayabiliriz belki. Bu tabi ki dinleyicilerimizin de takdiridir. Biz konser ve albüm dışındaki projelerde de bulunmayı çok seviyoruz.

Üç, Dört ve Beş adlı şarkılar 3 albümde bir üçleme oldu. Bu üçlemenin anlamı nedir? Dördüncü albüm gelecekse, Altı olacak mı?

Dördüncü albüm Şubat’ta çıkıyor. Ancak, Altı yok. Bu yalnızlık üçlemesiydi. Üç’te kalabalık içerisindeki bir yalnızlık, Dört’te gidenin bir daha dönmeyeceğini bilenin yalnızlığı ve Beş’te de rüya gören birinin 5’te uyandığını ve biraz da yalnızlıkla dalga geçtiğini görüyoruz. Salında yalnızlık o kişiyle dalga geçiyor. Belki kişi uyumadan önceye gidebiliriz bu albümde. Belki 12 gelebilir.

Yurt dışında da pek çok yerde bulundunuz. Kenya’da Gidenin Dostu Olmaz adlı şarkının klibi çekildi. Kenya maceranızdan kısaca bahseder misiniz?

Aslında Kenya’ya klip çekmek için gitmedik. Bir telekomünikasyon firmasının organizasyonuyla gittik Çok keyifli bir geziydi. İmkânı olan herkesin gidip görmesini isteriz. Çok başka bir dünya, çok başka insanlar ve çok başka bir âlem. Bir kez daha ne kadar şanslı insanlar olduğumuzu anladık.

Afrika’ya değinmişken, orada bulunan pek çok ülkede yardıma muhtaç kişilerin sayısı oldukça yüksek. Sizler orada belki de sosyal bir misyonu yerine getirdiniz. Bu tür görevlerde de Gripin’i görecek miyiz?

Kenya, diğer Afrika ülkelerine göre iyi bir konumdaydı. Tabi ki yardım edeceğimiz pek çok ülke var. Kendi ülkemizde de pek çok yardıma muhtaç insan var. Tüm bunları çözersek, yavaş yavaş diğer misyonlara da girebiliriz. Bozduğumuz ve tekrar yapılandırmak zorunda olduğumuz çok şey var. Bizim genel insani değerlerle ilgili bir duruşumuz var. Bu duruş olduğu sürece, her yere koşa koşa gideceğiz. Burada önemli olan yardımın, desteğin doğru yere gitmesi. Bu olduğu sürece zaten kendiliğimizden gideriz.

Pek çok ünlü isimle düet yaptınız. Bu düetlere yenileri eklenecek midir?

Biraz önce bahsettiğimiz projelerden birisi de düet. Köklü ve değerli bir sanatçının albümü ile alakalı bir düetimiz olacak. Albümle ilgili de şuan için net bir şey yok ama olursa da değerlendirmek istiyoruz.

Gripin’in gözünden Eskişehir nasıl bir yerdir?

Eskişehir en çok sevdiğimiz şehirlerden biridir. Öğrenci kenti olmasından ve çok güzel bir kent yapısı olmasından dolayı burayı çok seviyoruz. Çok sık gelemiyoruz ama umarım daha çok gelme şansımız olur. Burası gerçekten çok güzel.


********************************************************


                  "İsyanımız tüm acılara"



Karadenizli etnik rock müzik grubu Marsis, Eskişehir Hayal Kahvesi Fabric’e gelen hayranlarına unutulmaz bir konser verdi. Karadeniz müziğini tüm dünyaya tanıtmanın en büyük hedefleri olduğunu ifade eden solist Korhan Özyıldız, Eskişehir’in Avrupa’daki bir kentten farksız olduğunu ve buraya daha sık gelmek istediklerini söyledi. Özyıldız sorularımızı yanıtladı. Grubun adı, Kaçkar Dağları’nda bulunan Marsis adlı zirveden geliyor.

Marsis’in doğuş hikâyesi nedir?

Marsis’in hikâyesi, müzik yapmak amacıyla Rize’den İstanbul’a gelmemle başladı. Rize-Fındıklı’dan hemşerim olan kemençecimiz Ceyhun Demir ile bir araya geldik. Onunla beraber, Karadeniz müziğini çok sevdiğimiz rock müzikle birleştirerek sahne almaya başladık. Karadeniz müziği evrenseldir ve rock ile birleştiğinde ciddi bir enerjisi oluyor. 2005’te kurulan grup; tulumcumuz Gökay Ferah, bas gitaristimiz Evren Arkman, bateristimiz Yaşar Baş, elektro gitaristimiz Çağatay Kadı ve klavyecimiz Cem’in de katılımıyla 2007’de son halini aldı. 2009’da ilk albümümüz grubun da adı olan Marsis çıktı.

Karadeniz müziğinin tanınmasındaki en etkin isimlerden olan Kazım Koyuncu sizin için bir idol mü?

Bizim idolümüz, Kazım Koyuncu’nun da kurucusu olduğu ve müzik yaptığı Zuğaşi Berepe’dir. İlk Laz-Rock grubudur. Kazım Koyuncu’nun yaptığı rock tarzı eserler de otantik eserler de bizim için hep örnek olmuştur. Kendisi bir insan olarak ve devrimci olarak çok büyük bir örnektir. Bunun yanında Fuat Saka, Birol Topaloğlu gibi müzisyenler de Karadeniz müziğini ortaya çıkartan müzisyenlerdir. Hepsi bizim için çok önemli insanlardır. Tabi bunun yanında rock müzik konusunda da dünyanın en sevilen ve bilinen grupları da bizler için örnek olmuştur.

Grubu, “Karadeniz’in içinden gelenler ve içinden Karadeniz gelenler” sözcükleriyle tanımlıyorsunuz. Bunun sizin açınızdan özel olan anlamı nedir?

Bu benim sözümdür. İnsanlara kendimizi nasıl açıklayabiliriz diye düşünürken aklıma bu geldi. Karadeniz’in insanları, zaten o yörenin müziğini yaptığımız için bizi dinliyor. Ancak, bunu nasıl evrensel hale getirebiliriz derken şunu dedim: Biz Karadeniz’in içinden gelenleriz. Karadenizli olmayıp da bu müziği dinleyenler var. İçinden Karadeniz gelenler de onlardır. Bu düşünceyle söylenmiş bir sözdür.



Eskişehir’e daha önce geldiniz mi? Eskişehir’i nasıl buluyorsunuz?

Uzun zaman önce burada bir konser vermiştik. En son o zaman geldik. Eskişehir daha fazla gelmemiz gereken bir yer. Çünkü üniversite öğrencileri çok fazla ve bizleri en çok dinleyenler de üniversite öğrencileri. Eskişehir gerçekten çok güzel bir şehir. Biz Avrupa’ya da gittik ve burayı gezerken bir Avrupa kentini geziyor hissine kapıldık. Çok güzel ve çok sakin bir şehir.

Albüm çalışmanız var mı? Gelecekte nasıl projelerle dinleyenlerinizin karşısında olacaksınız?

Albüm için uzun süredir kayıttayız. 2 ay sonra yeni albümü çıkarmayı hedefliyoruz. Başta da söylediğim gibi, bizim için evrensellik çok önemli. Biz Karadeniz penceresinden, tüm dünyaya bakıyoruz. Albüm kayıtlarımız için Gürcistan’a gitmiştik. Oradaki müzisyenlerle çalışmalar yaptık. Yunanistan’da ve İskoçya’da konserler vermek istiyoruz. Çünkü Yunanistan’da kemençe, İskoçya’da gayda ile tulumu bir araya getirmek istiyoruz. Bu Kazım Koyuncu’nun bir fikriydi. Maalesef gerçekleştiremedi. Biz bu fikri hayata geçirmeyi çok istiyoruz.

Grup logosunda ve enstrümanların bazılarında radyasyon işareti var. Bunun anlamı nedir? Sizi çevreci bir grup olarak tanımlayabilir miyiz?

Bu işaret, Çernobil’e, Fukuşima’ya, hidroelektirk santrallere, kısacası çevreye zararlı olan her şeye ve bize bunu dayatanlara bir isyandır. Her sahne aldığımızda bunlardan mutlaka bahsederiz. Biz insana çok değer veriyoruz ve her şey insan temelindedir. Tabi ki çevreci bir grubuz fakat sadece bu şekilde adlandırılmak yanlış olur. Biz politik bir grubuz. Kendi yolumuzda, tüm acılara isyanımız vardır. Dünyanın hiçbir yerinde savaş istemiyoruz.

********************************************************

                      Eksikleri dolduran şair



Düş Sokağı Sakinleri grubuyla 1990’lı yıllara damgasını vuran ünlü sanatçı Murat Yılmazyıldırım, Kedi Organizasyon tarafından hazırlanan turne kapsamında geldiği Eskişehir Hayal Fabric Performnace Hall’de verdiği muhteşem konser öncesinde sorularımızı yanıtladı. Yılların eskitemediği ünlü sanatçı, yeni albümünün de yakında çıkacağını belirterek, sevenlerine yine duygu yüklü şarkıların müjdesini verdi.

Düş Sokağı Sakinleri grubuyla başladığınız müzik serüveni bugünlere kadar geldi. Çok büyük bir dinleyici kitleniz var. Bu başarınızdan bahseder misiniz?

Bu soruya pek çok cevap verilebilir. Öncelikle bu bir etkidir. Bu etki, insanların eksik kalan kısımlarını yani hayatındaki boşlukları doldurmuştur diye düşünüyorum. Dinleyici olmak başkadır, müzisyenlik başkadır. Bunca yıldır ayakta kalarak bu işi yapıyorsam, hayatın içindeki tüm gediklere rağmen, manevi olarak bundan bir mutluluk duyuyorum. Bu başarıyı nasıl tanımlarım bilemem ama o günden bugüne bir etki yaratmak bunun en büyük sebebidir.

Müzisyenlik dışında yazar kimliğiniz de mevcut. Bu durum çok fazla bilinmiyor. Bu konuda attığınız adımlar var mı? Kitap yazma fikriniz var mı?

Bu durumu çok fazla açığa çıkarmadım. Çünkü çok fazla kitap çıkarmadım. Aslında yazmış olduğum pek çok kitabım mevcut. Serbest Vezin ve Şizofreni piyasa çıkan tek kitabımdır. Kitap yazma fikrim her zaman vardır. Hali hazırda 4 tane birbiriyle bağlantılı olan şiir kitabım var. Konuları biraz mistik biraz da mitolojik. Bir tane bitmiş bir romanım var. Bir tane de yazmaya devam ettiğim bir roman var. Öncelikle hazır olan 5 kitabımı çıkaracağım. Fakat ne zaman çıkar bilmiyorum.

12 solo albüm ve 3 de grupla birlikte çıkardığınız bir albüm var. Bunu çıkış yılınız olan 1993’den bugüne şeklinde hesaplarsak, her yıla yaklaşık bir albüm düşüyor. Bu Türkiye’de yakalanması zor bir diskografidir. Bu üretkenliği neye borçlusunuz?

Bu albüm sayım konusunda yanlış algılamalar oluyor. Bu 12 albümlük seriyi oluşturan albümler, tek tek albümler değil. Mesela, Kara Aşka Beyaz Göndermeler tek albüm değil. Bunu zorunlu olarak çift albüm yaptım. Çünkü, ayrı olarak çıkarılacak bir albüm değildir. Üç Mevsim Bir Ölüm, Üç Ölüm Bir Mevsim Albümü de tek çıktı. Yapım şirketine gidip, seneye nisanı çıkaralım, bir sonraki sene mayısı çıkaralım diyemem. Bu şekilde albümler oluşturmaya mecburum yoksa ömrüm bu albümleri görmeye yetmez. Bu şekilde hesaplanınca kaç katı olur bilmiyorum.

Yeni albüm çalışmanız var mıdır?

Yakında yeni albüm çıkıyor. Kayıtlara gireceğim ve Şubat ya da Mart ayında piyasaya çıkacak.

Eskişehir’e defalarca gelmiş birisi olarak, Eskişehir’i bir sanatçı gözüyle nasıl görüyorsunuz?

Eskişehir’de, bildiğim ve gözlemlediğim kadarıyla müzikal anlamda çok sağlam kişiler var. Şehirleşme açısından da çok güzel bir şehir. Çok iyi bir gelişim gösteriyor. Kültürel faaliyetler de sürekli artıyor. Bunlar paralel olarak gittiği için, ileride de çok iyi gelişmeler çıkacaktır.

Bini aşkın söz ve besteniz bulunuyor. Şarkılarınızı yazarken kendi yaşantınızdan mı yoksa çevrenizde gelişen olaylardan mı ilham alıyorsunuz?

Yazdıklarım elbette kendi yaşadıklarım üzerinden ortaya çıkıyor. Ancak bunu salt olarak kendi yaşantımdan çıkarıyorum diyemem. Hayal ettiklerimi de yazıyorum, o an hiç aklımda olmayan bir düşünceyi de kâğıda döküyorum. Hangisinin ağır bastığını bilmiyorum. Fakat her anı yaşayarak yazıyorum. Bu yaratanla aramızda olan bir şeydir. Aslında bunun cevabını yıllardır veriyorum. Bu durup dururken olabilecek bir durum değil diye düşünüyorum. Bu biraz mistik bir şey.

Kent Ozanları adlı bir projede yer almışsınız. Daha sonrasında bir şarkıda Mercan Dede’ye eşlik etmişsiniz. Geleceğe yönelik bu tarz projeleriniz de var mı?

Bu konuda çok net bir şey söyleyemem. Önümde pek çok proje var. Söyledikleriniz gibi olur ya da olmaz. Projelerin içeriğine göre değerlendirmelerimi yapıp, ben de bu projelerin içerisinde yer almayı isterim.

********************************************************

                  Endüstriyel “Makine”



Türkiye’nin İzmirli Endüstriyel Rock grubu Makine, Eskişehir 222 Park Live konseri öncesinde sorularımızı yanıtladı. Dünyada temsilcisi çok fazla bulunmayan fakat dinleyici kitlesi açısından yoğun bir müzik tarzı yapan grup elemanları, Eskişehir’i çok beğendiklerini söylediler. Grubun solisti Can Uzunallı sorularımızı yanıtlarken, Eskişehir’i, İzmir’de öğrencilerin yoğun yaşadığı Bornova semtine benzettiğini söyledi.

Tarz olarak endüstriyel rock müziği yapıyorsunuz. Makine ismi bu endüstriyel kısımdan mı geliyor yoksa özel bir anlamı var mı?

Makine ismi, oturup üzerine kafa yorduğumuz bir isim değil. Grubun adının In Progress olduğu günlerdeyken, arabayla bir etkinliğe gidiyorduk. Fakat etkinliğe Türkçe bestelerle katılıyorduk. Türkçe müzik yaparken, İngilizce isim kullanmak bize saçma geldi. Böyle gülüp eğlendiğimiz isim önerileri de oldu. Sonra birimizden makine olsun diye bir laf çıktı. Herkes beğendi, olur dedi. Zaten yaptığımız müziği düşününce de anlamlı oldu. Belki de bu yüzden hoşumuza gitti.

Dream Theatre, OSI, Chroma Key gibi önemli projelerde yer alan Kevin Moore ile ön prodüksiyon çalışmanız oldu. Bu deneyimlerinizden bahseder misiniz? Kevin Moore ya da başka kişilerle çalışma durumunuz var mıdır?

Kevin Moore ile çok güzel bir ön prodüksiyon çalışmamız oldu. Kendisiyle ya da farklı kişilerle tabi ki çalışmak isteriz. Moore’un müziğimize bir katkı vereceğini düşünerek çalışmıştık. Örnek verecek olursam, yemeği yaptık ve eksik bir tat vardı. Moore, zaten yıllardır aşçı ve bu işi ancak o yapabilir dedik. Güzel de oldu.



Grupla aynı adı taşıyan albüm 2010 yılında dinleyiciyle buluştu. İkinci albüm çalışmanız var mıdır?

İkinci albüm çalışması için acele etmiyoruz. Çünkü ilk albümün tam tanıtıldığını düşünmüyorum. Bu noktada bazı problemler yaşadık. Grupta kadro değişikliği oldu ve klavyecimiz ayrıldı. Elektronik öğeli bir müzikte, klavye önemli bir parçadır. Aslında şarkılarda bir iki bölüm dışında klavye ezgisi olmasa da yine de önemli bir eksikliktir. Biz klavyenin eksikliğini sekvens kullanarak kapatıyoruz. Albüm için acele etmeyeceğiz.

Tek videoklip Üzgün adlı şarkınıza çekildi. İddialı bir şarkıya klip çekeceğiniz söyleniyor. Bu şarkı hangisi olabilir?

Muhtemelen dinleyicilerimizin ilgiyle dinlediği bir şarkıya klip çekeceğiz. Proje aşamsındayız ve en iyiyi nasıl yapabiliriz noktasında düşünüyoruz.

İzmir’den Eskişehir’e gelen bir grup olarak; Eskişehir’i nasıl buluyorsunuz?

Eskişehir’i Bornova’ya benzetiyorum. Bornova öğrencilerin yoğun olduğu bir yerdir. Doktorlar Caddesi, Adalar çevresi Bornova’daki Küçük Park’a benziyor. Mekânın bulunduğu yer Büyük Park’a benziyor. Tam bir öğrenci şehri ve gelmeyeli uzun zaman olmuştu. Eskişehir sürekli yenilendi, büyüdü. Büyükşehir Belediyesi’nin iyi çalışmalarıyla da alakalı diye düşünüyorum. Öğrenci potansiyeli hala aynı müzik tarzında hoşlanıyorsa, bu konuda eskisi gibidir.

Yaptığınız müzik tarzı, tüm dünya tarafından ilgiyle karşılanan Marilyn Manson, Rammstein gibi müzik devlerinin tarzıdır. Bu müziğe başlarken kimleri örnek aldınız?

Direkt olarak bir grubu ya da kişiyi örnek almadık. Çünkü değişken müzikler dinliyoruz. Mesela, Yaşam adlı şarkımız, nü metal ezgilerine sahiptir. Nü metali daha yoğun dinlediğimiz bir dönemde bu şarkı ortaya çıktı. Daha çok sahne şovu ile adından söz ettiren isimleri daha çok örnek alıyoruz. Marilyn Manson, Rammstein gibi isimler bu konuda çok iyidir. Hatta rock müzik yapmayan Chemical Brothers grubunu bile sahne şovu konusunda örnek alıyoruz. Hangi müzisyenden ya da müzikten etkilendiğimizi net olarak ifade edemem. Sonuçta, dinlediğimiz her müziği kendi değirmenimizde öğüterek, kendimize özgü bir tarz yaratmaya çalıştık. Bunu da başardığımızı düşünüyorum. Ortada bir sentez var. Biz bunun üzerine kendi yorumumuzu kattık. Biz yaptığımız müziğe endüstriyel rock desek de insanlar istediğini söyleyebilir.

********************************************************
         “Burada aradığım her şey var”



İndie adlı müzik tarzıyla hızlı bir çıkış yapan Can Bonomo, Eskişehir konseri kapsamında geldiği Hayal Eskişehir’de sorularımızı yanıtladı. 8 yaşından beri müzikle uğraşan ve sinema televizyon alanında da eğitim alan sanatçı, sanatın her alanına ilgi duyduğunu ve çok yönlü bir sanatçı olduğunu söyledi. Eskişehir’i aradığı her şeyi bulabileceği bir şehir olarak tanımlayan Bonomo, Eskişehir’de olmaktan mutlu olduğunu söyledi.

8 yaşından beri müzikle uğraşan birisi olarak, İstanbul Müziği adını verdiğiniz kavramı ve bu müziğe göre kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

İstanbul Müziğini bir tarz olarak değil de bir ifade biçimi olarak kullanmayı tercih ediyorum. İstanbul Müziği bizim çıkardığımız yeni bir tür değil, yapmış olduğumuz müziğe bir yakıştırmadır. İndie müzik yapsak da içinde oryantal ezgiler, rock ve pop da var. Örneğin elektrogitarla çalınan bir şarkıya ney sesi de eklenebiliyor. İstanbul Müziği olmasının sebebi de İstanbul’da çalınan enstrümanlarla yapılıyor olmasıdır.

Sinema Televizyon Bölümü mezunusunuz. Pek çok televizyon ve radyoda program yapımcısı ve reklamlarda oyuncu olarak yer aldınız. Asıl mesleğiniz müzik midir? Niçin müziği tercih ettiniz?

Ben genel olarak sanat üzerine bir eğitim aldım. Sanat tarihi, sinema, çizim, illüstrasyon eğitiminin yanı sıra 8 yaşından beri de müzik eğitimi arıyorum. Bir yerde profesyonelleşme durumu sorulursa, ben sanatçıyım derim. Çünkü ben şiir de yazıyorum, film de çekiyorum. Yani, hangi mecrada ne verdiğim önemli değil, ne anlatmak istediğim önemlidir. Bunu bazen bir filmde, bazen bir şarkıda bazen de bir şiirde anlatıyorum. Bu sanatla alakalı bir durum. Sanat benim için her zaman ön plandadır.

Sanat demişken, sanatın hemen hemen her alanına ilgi duyuyorsunuz. En sevdiğiniz sanat dalları hangileridir?

Edebiyat ve sinema en sevdiğim sanat dallarının başında yer alır. Müzik zaten her an benimle olan bir şey, benim bir parçam. Aslında hepsi birbiriyle bağlantılı. Örneğin, bir heykele bakarak şiir yazabilir, bir müzik dinleyip bir film de çekebilirim.

Online performans ile arkadaşlarınızla ve hayranlarınızla internet üzerinden bir etkileşim sağlıyorsunuz. Bu tam olarak nedir?

Bazı günler arkadaşlarla evde buluşup müzik yapıyorduk. Baktım ki giderek kalabalık oluyoruz. Arkadaşlar video çekip internete koyacağız dediler. Ben de madem çekeceğiz, güzel bir çıkaralım, kendimiz yayınlayalım dedim. Konu üzerine konuşmaya devam ederken, canlı yayınlamaya karar verdik. Bir web sitesi kurduk ve canlı performans yapmaya başladık. İlk başta 100-200 kişi görünce herkesin beğendiğini düşündük ve şuan 8 bin kişiyiz. Sosyal paylaşım sitelerinde dinleyenlere duyuru yapıp canlı performanslara devam ediyoruz. Çok güzel bir ilgi oldu ve biz bunu yaparken çok eğleniyoruz.



Bu işi sizden başka yapan var mı peki? Bir örnek oluşturma durumu oldu mu?

Yapmaya başlayanlar var. Bunu daha önce yapan var mıdır bilmiyorum ama evden yapan olmamıştır diye düşünüyorum. Tabi ki internetten canlı konserler yayınlanıyor.
2011 yılının en iyi çıkış yapan sanatçısı ve solisti seçildiniz. Albümünüz de raflardaki yerini çoktan aldı. Bundan sonraki projeleriniz nelerdir?

Müzikle ilgili olan projelerim devam ediyor. Bir film yönetmek istiyorum. Fakat bu konuda yeterli olgunluğa ulaştığımı düşünmüyorum. 5 yıl sinema eğitimi aldım ama asıl eğitim sette ve çok fazla film setinde bulunma imkânım olmadı. Önümüzdeki yıllarda sevdiğim birkaç usta yönetmenin setinde çalışarak ve bir şeyler yazarak film çekmek isterim. Yaklaşık 3 ay sonra 2’nci albüm kaydına giriyorum. 2012’de yeni albüm çıkacaktır. Çeşitli projeler var fakat çok hızlı hareket edip, heyecana kapılmak istemiyorum. Çünkü 24 yaşındayım ve çok çabuk fikir değiştirebiliyorum. Bazen bir ay önce yaptığım bir işi bile beğenmediğim zamanlar oluyor. Yavaş yavaş, sağlam adımlarla ilerlemek istiyorum.

Eskişehir’e sanatçı olarak ilk kez geliyorsunuz. Nasıl buldunuz?

Daha önce buraya gelmiştim. Eskişehir’i çok beğeniyorum ve çok seviyorum. Çünkü burası çok genç ve dinamik bir şehir. Bir şehirde benim aradığım her şey Eskişehir’de var. Buraya çok sık gelme imkânım olmadı. Bu şehrin müzik yaşamı da kendisi gibi güzel.


********************************************************

                Yerli Elvis’imiz Soul Stuff’tan



Eskişehir 222 Park Live konseri öncesinde sorularımızı yanıtlayan Soul Stuff’ın solisti Alper Cengiz, görünüş ve sesi ile dünyanın en ünlü Rock&Roll ve Blues şarkıcısı Elvis Presley’e benzerliği ile dikkat çekiyor. İlkokuldan beri Elvis ve onunla aynı müziği yapan sanatçıyı dinlediğini ifade eden Cengiz, MFÖ grubundan Fuat Güner’in de katkısıyla bir albüm oluşturacaklarını söyledi. Albüm için net bir tarih vermeyen Cengiz, kış mevsiminin sonuna kadar albümün piyasada olacağını kaydetti.

1995’ten bu yana sadece coverları ile bugüne gelebilen tek grup olduğunuz söyleniyor. Sadece Rock&Roll ve Blues tarzında değil, tüm cover grupları arasında teksiniz. Bu başarıyı neye borçlusunuz?

Bu başarıyı pek fazla ödün vermemeye bağlıyorum. Popüler kültüre pek fazla pirim vermeden, seçtiğimiz yolda yürümeye çalışıyoruz. Ben Blues kökenli bir müzisyenim. Fakar Soul Stuff’ta hem Blues hem de klasik rock tarzını görebilirsiniz. Çizgimizi hiç bozmadık.

2007’de BBC’de katıldığınız World’s Greatest Elvis adlı yarışmada finale kaldınız. Müzik tarzını Elvis Presley temeli üzerine mi oluşturdunuz? Fiziksel görünüşünüz Elvis’e çok benziyor. Başka sanatçılardan etkilendiniz mi?

Elvis ile ilkokul 3’üncü sınıfa giderken tanıştım. Pek çok insana olduğu gibi bana da örnek oldu. Aynanın karşısına geçip, onu taklit etmeye çalışırdım. Ayda bir televizyonda filmleri yayınlanırdı ve heyecanla izlerdim. Müzik tarzımın temelini Elvis oluşturdu. O zamanın gençleri gibi ben de bir ara pop müziğe merak sarmış olsam da tercihimi Rock&Roll ve Blues gruplarından yana kullandım. Elvis çok iyi bir başlangıç oldu. Fakat Elvis ile sınırlı kalmayıp, diğer sanatçıları da takip ettim. Böylece kendi tarzımı yarattım. Fiziksel görünüş meselesi ise 1950’li yıllarla alakalı. O zaman sadece Elvis değil, tüm gençler bu şekilde fiziksel görünüşe sahipti. Ben de bu tarzı çok sevdim ve benimsedim. Fakat şeklimle değil, yaptığım işle gündeme gelmeye çalışıyorum. Elvis şeklini bugüne kadar kullanmadım. Bununla gündeme gelmeyi açıkçası sevmiyorum. Yarışmaya da bizi dinleyenler tarafında başvurulmuş. Pasaparola yarışmasındaki görüntülerimi, yarışmaya göndermişler. Fakat Elvis’e benzeyen artist olarak katılmadım. O sınıflandırmaya alındım. Taklitçi olarak görünmek istemiyorum açıkçası. Bunu kullanmak istemiyorum. Bu 1950lilerin modasıydı ve ben bunu sürdürmeye çalışıyorum.



Pek çok yarışma programı, televizyon programları ve dizilerde belli bölümlerde yer aldınız. Bunlara yenileri eklenecek midir?

Avrupa Yakası dizisinde rol almıştık. Gülse Birsel’in şu aralar hazırlandığı bir dizide de yer yer bulunacağız. Ancak önceki tecrübelerimizi göz önüne aldığımızda, bu işlere fazla ağırlık vermek istemiyoruz. Çünkü bu yüzden birkaç sezon konserlerden uzak kaldık. Ekim ayında 6-7 şehre gideceğiz. Eğer bir televizyon projesi içerisinde olsaydık, bu turneyi gerçekleştiremezdik. Bu yüzden koşuşturmacaya pek sıcak bakmıyoruz.

Albüm çalışmanız var mı?

Fuat Güner ile birlikte 5 şarkılık bir albüm hazırlıyoruz. Kayıtları bitirdik. Bu kış içerinde bestelerimle ortaya çıkacağım.

Eskişehir Soul Stuff’ın 3’ncü kalesi olarak tanımlanıyor. Siz Eskişehir’i nasıl tanımlıyorsunuz?

Eskişehir için çok güzel şeyler düşündük ve çok güzel şeyler yaşadık. En önemli faktör öğrencilerdir. Çünkü buradaki öğrenciler sizi sevip benimserse, gelecekte mutlaka karşımıza farklı yerlerde çıkacaktır. Ben burada uzun zamandır çalamamaktan hayıflanıyorum. Çünkü jenerasyonlarla aramızda bir kopukluk olmasından korkuyorum. Biz bu durumun ekmeğini hala yiyoruz. Gittiğimiz her yerde Eskişehir’de okuyan birisi mutlaka bizi buluyor. Bundan daha güzel bir şey olamaz. Biz hala en son geldiğimiz konserdeki gibi ateşliyiz. Eskişehir’de ateşi tekrar yakacağız ve buraya daha sık geleceğiz. En azından ayda bir kez Soul Stuff Eskişehir’de olmalı diye düşünüyorum.

********************************************************

Tiyatro alışkanlığımız maalesef yok



Ünlü tiyatro oyuncusu ve yönetmeni Kazım Akşar, Keşanlı Ali Destanı adlı tiyatro oyunu rejisörlüğünü yürütmek üzere geldiği Eskişehir’de sorularımızı yanıtladı. Eskişehirlilerin 2-3 kez gelip izleyeceği bir oyun hazırladıklarını ifade eden Akşar, bu konuda çok iddialı olduğunu söyledi.

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda, Haldun Taner’in eseri olan Keşanlı Ali Destanı’nın rejisörü olma fikri nasıl ortaya çıktı?

Bu oyunu sahneye koyma fikri yıllardır kafamdaydı. Bunu ben yapacağım ama nerede yapacağım diye düşünüyordum. Bu iş için beni neden düşündüklerini sormadım açıkçası. Ancak, teklif geldiğinde çok heyecanlandım ve belki de içimdeki enerjiyi beni bu iş için düşünenlere göndermemle olmuştur.

Oyunda sadece Şehir Tiyatrosu oyuncuları mı var yoksa sizin beraberinizde gelip rol alacak olanlar var mı?

Tamamen Şehir Tiyatrosu oyuncularından oluşan bir kadroyla oyunumuzu sahneleyeceğiz. Buraya başka oyuncu getirmeme gerek yok. Çünkü burada gerçekten çok kaliteli oyuncular var. İstanbul ve Ankara ile yarışacak kadar yetenekli oyuncular var.

Eskişehirlileri nasıl bir oyun bekliyor? Keşanlı Ali Destanı’nda Eskişehirliler neler görecek?

Beklentilerinin dışında birkaç şey görebilirler. Ben buna Akademik Orta Oyunu diyorum. Hikâye tüm unsurlarını barındırıyor. Müzik ve dans barındırıyor. Bazı eleştirileri getirebilmek için bir takım fanteziler kurdum. Bunlar seyircinin ilgisini çekecek diye düşünüyorum. Oyunun sanki dün yazılmış gibi bir özelliği var. Dün yazılsa ancak bu kadar güncel olabilir. O kadar ezilmiş, o kadar köşeye sıkıştırılmış bir halk var ki, kendi başlarına bir şey yapamayacaklarını anladıkları için bir kahraman yaratma ihtiyacı duyuyorlar. Bu kahramanı yüceltiyorlar ve bir müddet sonra tapmaya başlıyorlar. Bu sahte kahraman da olsa ki Keşanlı Ali Sahte kahramandır, halk onu kendilerinin bir heykeli olarak görmek istiyor. 1955 yılından bahsediyorum. Çok baskı görmüşler, politikacı 4 yılda bir sadece oy istemek için gelmiş. Halk yalnız kaldığı zaman kendi kahramanını seçer. Bu kahraman da kendini gerçekten öyleymiş gibi görüp, bir diktatör haline dönüşebilir. Eskişehirlileri işte böyle bir oyun bekliyor.

Daha önce Eskişehir’de bulundunuz mu? Eskişehir’i bir sanatçı gözüyle nasıl buluyorsunuz?

En son 15 yıl önce Devlet Tiyatrosu’nun bir turnesi kapsamında gelmiştim. Geçen 15 yılda Eskişehir çok güzelleşmiş ve gelişmiş. Açık söylemek gerekirse, 15 yıl önce çok çirkin, kuru ve zevksiz bir kentti. Şimdi ise tam tersi bir durum var. Bu kadar zevkli, bu kadar yeşil, bu kadar canlı, bu kadar modern ve bu kadar dünya standardında olan bir kent Türkiye’de çok azdır.

Kariyerinize radyo ile başlamışsınız. O günden bugüne hayatınızda neler değişti ve niçin tiyatroyu seçtiniz?

Radyoya çocuk saati ile başladım. Çocuk saati zaten yarı tiyatro demek. Orada tiyatrocu ağabeylerimi gördüğümde açıkçası çok heveslendim. Fakat babam konservatuara girmeme izin vermedi. Aile düzenini bozmamak adına bir bankada çalıştım. Eğitim hayatıma da devam ediyordum ama 10 ay dayanabildim. 10 ay sonra ne pahasına olursa olsun, aile parçalanması da dahil olmak üzere, gemileri yaktım ve konservatuar sınavlarına girdim. Çok çalışkandım ve sınavları kazanarak kendimi aileme kanıtlamak için hırs yaptım. Bu hayatıma yön verme konusunda çok etkili oldu. Bir de tiyatroda perde açıldığı anda bir koku gelirdi. Bu koku nedir diyerek iz sürdüm ve şimdi buradayım.



1986-87 yıllarında İngiltere’de National Theatre’da yardımcı olarak bulunmuşsunuz. İngiltere maceranız nasıl başladı? Biraz bahseder misiniz?

Benim yönetmen olma gibi bir kaygım yoktu. Fakat, çalışırken bazı rejisörlerin köhnemiş fikirleriyle karşılaştım ve çok sıkıntı duydum. Rejisörlüğün bu olmadığını sezdim, isyan ettim ve ben genç bir yönetmen olmak, bazı şeyleri değiştirmek istiyorum dedim. Zamanın Devlet Tiyatrosu genel müdürüne giderek, bunu nasıl değiştireceğimi bilmediğimi ve İngilizcem olduğu için İngiltere’ye gönderin dedim. Almancam olsaydı belki Almanya’ya giderdim. Bu şekilde İngiltere maceram başladı. Oraya gidince dünya tiyatrosunun çok farklı olduğunu, tiyatroya, rejisöre her şeye bakışın farklı olduğunu gördüm. Bildiğimiz kalıplar kurallar yok. Tiyatro konusunda çok büyük özgürlükler var. Profesyonel bir ortam gördüm ve iyiki de gitmişim.

Yönettiğiniz ve oynadığınız tiyatrolarda, özellikle Rus ya da Eski Sovyetlerden yazarların eserleri dikkat çekiyor. Rus Edebiyatı’na karşı özel bir ilginiz var mı?

Rus Edebiyatı’na çok ilgi duyarım. Ruhu, duygusu, isyanı çok yakın geliyor. Belki de birkaç kuşak öncesi soyum oralardan gelmiştir, kan çekiyordur. Moskova’ya, St. Petersburg’a gittiğimde, daha önce dolaşmışım, oralarda yemişim içmişim gibi bir duyguya kapıldım. Rus Edebiyatı’nın yoğunluğunu ki ben yüzeyselliği değil yoğunluğu severim, çok seviyorum. İnsanı anlatırken içimi paramparça eden bir edebiyatı Rus Edebiyatı’nda buldum. Oyunlaştırdığım eserlerin çoğu Rus Edebiyatıdır. Yeraltından Notlar eserini de en kısa zamanda oyunlaştırmak istiyorum.

ODTÜ ve Kadir Has Üniversitesi’nde tiyatro eğitimi vermişsiniz ve şuan da Dialog Anlatım İletişim Okulu’nda eğitmensiniz. Bu okul Can-Arsen Gürzap tarafından kurulan ve yönetilen bir okul. Okulda ne tür çalışmalarda bulunuyorsunuz?

Bu okul benim için çok önemlidir. Ben oraya daha çok bir kulüp diyorum. Çünkü tiyatro kulübü, dil kulübü var. Ben orada öğretirken çok öğrendim ve geliştim. Yaratıcı Drama dersleri veriyorum. Drama zaten yaratıcıdır ama yaratıcılığın önemli olduğunun vurguluyorum. Biz orada sadece tiyatrocu değil, spiker de yetiştiriyoruz. Burada eğitim gördükten sonra eğitmen olanlar da var. Benim orada yaptığım iş tam olarak beyni yaratıcılığa doğru yönlendirmek. Diksiyon ve fonetik dersleri de veriyorum.

1993’de Ankara Sanat Kurumu’ndan Candan Can Koparmak adlı oyundaki Atatürk rolü ile en iyi erkek oyuncu ödülü almışsınız. Ödül alma konusunda şunu sormak istiyorum: Sizce, Türkiye’de ödül dağıtımı adil olarak yapılıyor mu?

Hayır, adil olduğuna inanmıyorum. Bu ödül sistemine inanmıyorum. Kazanmayan arkadaşların eğilip bükülmesine görünce diyorum ki: İyi ki kazanmadınız. Kazansaydınız sizin hakkınızda şüphe duyardım. Jüri, antipati ve sempati yaklaşımı gösterdiği için, oyuncuyu yok da sayabilirler yüceltebilirler de. Ayrıca jürinin tamamının oyun seyrettiğine inanmıyorum. Bir oyunu başkası izliyor, diğerine iyi ya da kötü diyor. Bu şekilde karar alınıyor. Bu gerçekten hiç hoş değil.

Kazım Akşar, Kadın İsterse adlı dizide çapkın bir erkeği canlandıran Cavit rolü ile daha çok tanındı. Burada bir eksiklik ortaya çıkıyor. Tiyatro yeteri kadar tanıtılamıyor mu yoksa bizler tiyatroya ilgi mi duymuyoruz?

Burada ikisini de birlikte değerlendirmek lazım. Burada tiyatronun suçu çok. Biz kasaba kasaba turneler gittik. Ancak tiyatroya merak sadece oranın öğretmeniydi, kaymakamıydı vs. Bazı yerlerde onlar da gelmiyordu. Ben de diyordum siz gelmezseniz halk nasıl gelsin diye. Atatürk’ün ve İsmet İnönü’nün konservatuara gidişinin, İnönü’nün her hafta konser salonlarına gidişinin bir nedeni var. Bak ben gidiyorum, siz de gelin izleyin gibi bir düşünce var. Lider takımının sanata ilgisi olmazsa, halkın niye oldun. Evet, biz tembel bir halkız. Bizi evden çıkarabilecek güçte, enerjide, değişiklikte oyunlar koymak da bizim görevimiz. Keşanlı Ali Destanı, insanları evden çıkaracak, elbiselerini büyük bir zevkle giydirecek hatta 2-3 kez bu oyuna gelebilecek enerjiyi verecektir. Bu kadar iddialı konuşuyorum.

Teklif aldığınız film ve dizi projeleri var mı?

Birkaç teklif geldi. Ancak buradaki iş olduğu için şuan beklemedeler. Belki bir film ve bir diziyle ekranlarda olabilirim.

********************************************************

“Eskişehir eğlencede İstanbul’u çoktan geçti”



Türkiye’nin en iyi remix yapan djleri arasında gösterilen Dj Serdar Ayyıldız, Eskişehir 222 Park One Night’taki performansı öncesinde sorularımızı yanıtladı. Remix yapmaya bir butik otelin işletmeciliğini yaptığı sırada başladığını belirten sanatçı, yaptığı ve yapmayı planladığı remixlerde duygu olması gerektiğine dikkat çekti. Eskişehir’in çok hızlı bir gece hayatı olduğunu ifade eden Ayyıldız, buraya geldiğinde hem eğlendiğini hem de eğlendirdiğini söyledi.

1996’dan beri djlikle uğraşıyorsunuz. Nasıl başladı ve hayatınızı ne yönde etkiliyor?

1996’da müziğimle tanıştım ve her yerde söylediğim gibi bugüne kadar başka bir iş yapmadım. Müzik tamamıyla hayatımı dolduruyor. Benim başladığım zamanlarda, djlik çok bilinen bir meslek değildi. Bizim atlarla ilgili iş yaptığımız zannedenler bile vardı. Fakat djlik şuan çok popüler bir meslek haline geldi. Hayatımı öylesine etkiledi ki evlenemedim. Tabi bir dönem dj dendiğinde aileler buna farklı bakıyordu. Müzikle uğraşıyorsanız ve sigortalı bir işiniz yoksa evlenmek biraz zordur. Fakat bizler daha çok para kazanmaya başladıkça ve djlik giderek popüler bir meslek oldukça bu durum değişti. İnsanlar şimdi daha sıcak bakıyor.

İş yapmadım dediniz fakat butik otel işletmeciliği yapmışsınız. Fakat bu işi yaparken remixlerinizi oluşturmaya başlamışsınız. Bu remix yapma fikri nasıl oluştu?

Djlik çok hızlı gelişen ve sürekli değişen bir meslek. Teknolojiyi çok iyi takip etmek gerekiyor. Bir dönem hem prodüksiyon hem de djlik çok modaydı. Benim bunu öğrenmem gerekiyordu fakat her gece djlik yapıp eve döndüğünde yine müzik yapmak imkânsızdı. Bu yüzden djliğe ara verdim ve eğitimini aldığım otel işletmeciliğine başladım. Bu basit bir şeydi benim için. İşletmecilik adına her şeyi önceden kurdum ve kendime bir stüdyo kurup eğitim almaya başladım. Bu süre içerisinde remix ve prodüksiyon öğrenerek bu işi yapan kişilerden bir adım önde olmak için çalıştım. Zaten şuanda bile hem remix hem prodüksiyon yapan kişilerin sayısı bir elin parmağını geçmez.



İlk albüm Dualis’te Sezen Aksu, Soner Arıca ve Mustafa Ceceli gibi isimlerle çalışmışsınız. Bir sonraki albümde sizi kimlerle çalışırken göreceğiz?

Dualis ile beraber bana duygusal şarkılar yapıştı diyebilirim. Bir sonraki albüme gelmeden önce, Soner Arıca ile bir işimiz olacak. Albümünün süpervisörlüğünü aldım. Slow şarkılardan oluşan albümünü remixliyeceğim. Dünyaca ünlü djler ve Türkiye’den genç arkadaşlarımla anlaşacağım. Ayrıca ünlü bir restoran zincirinin de müzik direktörlüğünü yapıyorum. Onlarla bir albümümüz olacak. Caz ağırlıklı bir albümle 10’ncu yılımızı kutlayacağız. Bu yıl kısmet olursa dolu dolu geliyorum. Dj Hüseyin Karadayı için remixler yapıyorum. Müzik tarzımız ve kafa yapımız çok uyuşuyor kendisiyle. Birçok sanatçıyla çalışmak istiyorum. Litvanya’da yaşayan Türk bir rapçiyle bir şarkı yaptık. Şimdi onun klibi çekiliyor.

Müzik hayatınızın gidişini belirliyor fakat bundan sonrası için başka işler yapmayı da düşünür müsünüz?

Ben geçtiğimiz sene İspanya’da ünlü mekân İbiza’da çaldım. Oraları gördükten sonra burasının benim için çok yeterli olmadığını düşünüyorum. 2015-2016 planlarım İspanya ve İbiza üzerine kurulu. Müzikle başladım ve ölene dek müzikle devam etmek istiyorum.

Tarzınızı “her şey” olarak belirtiyorsunuz. Bunun sebebi nedir?

Çalıştığımız yerlerde, okulumuzda, çevremizde kısacası toplumda her kesimden farklı zevklere sahip insanlar var. Birçok kültürün bir arada bulunduğu bir yerde benim tek yönde bir tarzla iş yapmam imkânsız çünkü biz her şeyi seviyoruz. Dualis’te keman, ney, piyano gibi müzik aletleri kullandım. Müziği tek kalıba koymayı sevmiyorum. Bence müzik her şeye açık olmalı.

Eskişehir’in eğlence hayatını ve genel olarak kent yapısını nasıl buldunuz?

Bu bir klişe oldu. Herkes Eskişehir’in enerjik bir kent olduğunu her yerde söylüyor. Gece hayatı İstanbul’dan daha iyi durumda diyebilirim. Çarşamba gecesi İstanbul’da belirli mekânlar dışında gece hayatı yoktur. Bugün içerisi ağzına kadar dolu. Ben buraya geldiğimde heyecanlanıyorum çünkü buradaki gençler çaldığım müziğe tepki veriyor. Eskişehir ile çok iyi bağlarım oldu. İnşallah ayda bir kere buraya gelip çalacağım. Ben burayı çok seviyorum.

********************************************************


Sesler bazen karanlıkta güzeldir



Birbirinden yetenekli müzisyenlerin bir arada bulunduğu Korhan Futacı ve Kara Orkestra adlı grup, Eskişehir konseri öncesinde sorularımızı yanıtladı. İlk olarak 2010 yılı sonlarında dinleyenlerine kendi adlarını taşıyan albümleriyle seslenen Korhan Futacı ve Kara Orkestra, geçtiğimiz gün çıkan “Pavurya” albümü öncesinde Eskişehir’deydi. Deneysel ve modern ezgilerle oluşturdukları müziklerini, yine özgün sözlerle harmanlayan grup, alternatif eğlence arayan gençler için biçilmiş bir kaftan. Eskişehirli dinleyenler de bu müzik ziyafetini kaçırmamak için Peyote Eskişehir’i doldurdu. Pavurya albümünden şarkılarla 9 Haziran’da yine aynı mekanda Eskişehirlilere merhaba diyecek grup, bu ayin gecesine tüm sevenlerini bekliyor. Grup, Korhan Futacı(Saksofon-Vokal), Barlas Tan Özemek(Gitar), Görkem Karabudak(Klavye), Gökhan Şahinkaya(Bas Gitar), Özün Usta(Perküsyon, Vibrafon) ve Ediz Hafızoğlu(Bateri) adlı müzisyenlerden oluşuyor.

Müziğe “Abra Kadabra”

DandadaDan, Tamburada, KonstruKt ve Kujo gibi başarılı müzik projeleriyle adından sıkça söz ettiren  Korhan Futacı’nın yeni projesi olan Korhan Futacı ve Kara Orkestra, albümün ilk klibini ise çok bilindik bir parçaya çekti. Sabahattin Ali’nin Eskisi Gibi şiirinin Ali Kocatepe’nin müzikleriyle hayat bulduğu “Ben Gene Sana Vurgunum” klibi, tek seferde çekilmiş olmasıyla biliniyor. Geleneksel Mahşer Günü, Abra Kadabra ve Sien gibi şarkılarıyla ilk albümlerini oluşturan grup, “Pavurya”da yepyeni şarkılar ve yepyeni düzenlemelerle dinleyicisine ulaşıyor.

2 yıl aradan sonra yeni albüm pavurya ile dinleyicilerinizin karşısına çıkacaksınız, yeni albümle ilgili neler söylersiniz?

Yeni albümde başka şarkılar, başka sözler olacak. Pavurya’da yeni şarkılar da var çok eskiden beri bizimle birlikte yaşamış ve gelmiş olan ama bazısı yayınlanmış bazısı yayınlanmamış tamamen başka bir halde olan şarkılar da var. Sabahattin Ali’nin Eskisi Gibi şiirinin Ali Kocatepe’nin müzikleriyle hayat bulduğu, Nükhet Duru’nun seslendirdiği ‘Ben Yine Sana Vurgunum’ cover parçası yer alıyor. Genel olarak diğer albüme göre daha aydınlık bir albüm çıkacak.



Karanlık değil, aksine aydınlık

Siz karanlık, sert müzik yapan bir grup olarak tanınıyorsunuz. Nedir bu karanlık, sert müzik?

Metal ezgiler, çeşitli anfiler, biraz sesler yüksek derken anlatılan şey de insanın hayatını değiştiren sert bir noktaya değiniyorsa; o zaman sert müzik oluyor. Aslında bahsedilen trash metal sertliği değil, coverdaki sertlik. Sonuçta beklenmeyen yani ani bir şey olduğu zaman sert oluyor. Bizim müziğimizde de bu var. Karanlık nerden geliyor derseniz, genelde şarkıları gece yazıyoruz ama biz kendi adımıza kendimizi karanlık hissetmiyoruz. Kara Orkestradaki kara kelimesi de karanlıktan değil aslında bilinmezlikten geliyor. Kara ama siyah değil daha bilinmez olan olarak tanımlayabiliriz.

Kliplerde fotoğraflarda siyah beyaz format çok fazla kullanıyorsunuz sebebi nedir?

Aslında illa siyah beyaz format olsun taraftarı değiliz. Her zaman Umut Kebapçı ile çalışıyoruz daha çok onun estetik anlayışına bırakıyoruz. O, ben bunu siyah beyaz yapacağım ya da başka bir tarzda yapacağım derse, daha iyi olur tamamdır diyoruz. Kliplerle ilgili renkli denemeler yaptık. Kameraların renkleri kapatılıp direk siyah beyaz formatta da çekim yaptık. Bunun yönetmenimiz Umut Kebapçı’nın estetik bakışı ile alakası var.

Deneysel ve avangart tarzını birleştiren grup olduğunuz söyleniyor. Bu tarzda oluşan şarkılar hücum kayıt ile oluşuyormuş. Peki, hücum kayıt nedir?

Canlı kayıt demek, birçok albüm artık böyle yapılıyor. Aynı anda hep beraber çalarak parçaları kaydediyoruz. Parçalarımızı hücum kayıt ile gerçekleştiriyoruz ki albüme o gerçeklik hissi işlesin. Herhangi bir dijital alet veya makinenin inisiyatifinde çalmadan, tamamen kendi ortamınızda kendi doğanızda çalıyorsunuz. Bu da sahne ile albüm performansı arasındaki farkı ortadan kaldırıp, gerçekliği yansıtıyor.

Anlayış maalesef gelişmedi

Festivallerde de bulundunuz çoğu zaman sizce yurtiçi ve yurt dışı konserlerindeki ilgi farkı nasıl, siz karşılaştırma yapıyor musunuz?

İster istemez karşılaştırıyoruz. Mesela, İstanbul seyircisi konserlerde muhabbet etmeyi seven bir dinleyici kitlesi. Birbirleri ile muhabbet ettiklerinde biz de ister istemez yüksek sesle müzik yapmayı tercih ediyoruz ve düşük olan parçaları bazı konserlerde çıkartmak zorunda kalabiliyoruz. Burada genelde bar tarzı yerlerde sahne alınabiliyor. Ancak, yurtdışındaki konser mantığı daha farklı. Orada konser salonlarında konser veriliyor.

Sanata değer veriliyor mu peki?

Yurtdışında sanata daha çok yer ve değer veriliyor. Orada sanatın her dalına verilen değer Türkiye’de kısıtlı ve belli yerlere veriliyor. Halk olarak zaten böyle bir anlayışımız maalesef gelişmedi. Mesela Eskişehir’de Büyükşehir Senfoni Orkestrası var. Gittiğimiz yerlerde sık sık ismini duyuyoruz.

Baterist Ediz Hafızoğlu, Serbest Müzisyenler ve Yapımcılar Derneği’nin kurucuları arasında bulunuyor. Nedir bu dernek, nasıl işler?

2011 Ağustos ayında kuruldu. Daha çok yeni olmasına rağmen iki tane önemli iş yaptık. Kurulma sebebi Türkiye’deki müzik piyasasını özellikle yeni jenerasyonu dışarıya çıkartıp insanlara duyurmak. Yurt dışında sadece belli gruplar ya da isimler biliniyor. Bunun sebebi de çalıştıkları yapım firmasının yurt dışı bağlantılarının güçlü olması. Bizler de içeride müzisyenler ile bir arada toplanıp sendikalaşmaya doğru bir adım atmayı sağlayacağız. Bu sayede hem haklarımız, hem de tanınırlığımız elde edilmiş olacak.

Eskişehir’i nasıl buldunuz?
Eskişehir’e daha önce çok geldik ama yeni halini daha göremedik. Eskişehir’i çok severiz çok güzel bir şehir.

Buranın müzik yaşamı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Eskişehir müzikal anlamda kalelerden bir tanesidir. Turneye çıktığında kesinlikle Eskişehir’e uğrayacaksın. Peyote de açıldı bizim için mutluluk verici bir şey oldu. Ankara’da bile açılmadı ama şuan Eskişehir’de var bu bile bir ayrıcalık göstergesi.

********************************************************



Popülerin içinde ama boyun eğmeyen



Çekirdekten yetişmiş bir müzik adamı olarak; Türkiye’deki müziğe ve müzik piyasasına bakış açınız nedir? Türk müziği evrensel mi yoksa belli kalıplar içinde gelişimini sürdürüyor mu?

Müzik zaten kendi başına evrensel bir değerdir. Neticede bir yerde çalınan bir müzik gökyüzüne doğru akıp gidiyor. Onu alabilecek olan alır, diğerleri de almaz. Kullanılan kalıpların gidişatına göre değerlendirecek olursak; belirli kalıplar içerisinde kalmış pek çok proje var. Fakat farklı tarzlar deneyip hayata geçirebiliyorsanız, onun arkasında durabiliyorsanız devam ettirebiliyorsunuz. Ancak klişe her ülkede var olan bir gerçektir. Belki de müzik bu yüzden evrensel oluyordur.

Düetler, ortak projeler, sahne paylaşımı, turneler gibi pek çok organizasyonda fazlasıyla yer alıyorsunuz. İlerleyen süreçte farklı projeler görebilecek miyiz yoksa bu doğrultuda işinizi yapmaya devam edecek misiniz?

Haziran sonuna kadar yoğun bir konser takvimimiz var. Bunlara devam ediyoruz. Turneyi bitirdikten sonra yeni albüme giriş yapılacak. Bunun dışında geçtiğimiz yazın sonuna doğru Extreme-G adlı televizyon programı yapmıştım. Bu sene de devam etmek istiyorum. Kanal da bu konuya olumlu bakıyor. Albüm kayıtlarına gireceğim için zaman bulabilecek miyim orasını bilemiyorum. Şehirlerarası git gel biraz zor oluyor. Yine de devam etme taraftarıyım. Nisan ayında Acayip Hikâyeler’in olduğu bir dizide rol alacağım. Dizide bir anlatıcıyı canlandıracağım. (Ahkâm Kesici)



Turneler, televizyon programları gibi işler zamanının büyük kısmını müziğe ayıran birisi için oldukça yorucudur. Siz yorulmadan yılmadan devam ediyorsunuz. Bu enerjiyi nereden buluyorsunuz?

Zaten bunu elde edebilmek için çalışıyoruz. Burada yorulmaktan yılmaktan şikâyet edersem kendime ihanet etmiş olurum. İstediğim, ulaşmak istediğim zaten budur. Aman çok yoruluyorum, uykusuz kaldım, yediğimi içtiğimi anlamıyorum gibi şikâyetler yaptığım mesleğe karşı bir ayıp olur, saygısızlık olur. Durmadan devam diyorum.

Albümlerinizde tema olarak korku ve ölümü işlediniz. Yani insan kaynaklı bir müziğiniz var. Türkiye’de farklı kelimesine hakkını veren bir kişisiniz. Sizce Türkiye’deki dinleyici kitlesi bu farkı hak ediyor mu yoksa daha iyilerine layık mı?

Bence hak ediyor. Fakat dinleyicilerin daha önceden bu tarzla ilgili bir altyapısı yoktu. Azimle çalışarak bu altyapıyı oluşturmaya başladık diye düşünüyorum. İlk albümden beri 7 buçuk sene geçti. Şuan yeni yeni oturdu diyebilirim. Türkiye rock müziği tarihi içerisinde iyi bir yerde olduğumu düşünüyorum. Bu da devam ettiği sürece kült olarak kalacaktır. Zaman içinde bu Türkiye’nin tarihinde yer etmiş bir olguya dönüşecek. Yaptığın işin arkasında durup, farklı olanı aynı şekillerde yine farklı göstermek zorundasın. Vazgeçersem, başka yöne kayarsam belki daha fazla kazanabilirim. Eğer beni farklı, zor kabul edilen enteresan olarak değerlendirmişlerse, bunun hakkını vererek aynı şekilde devam etmek gerekiyor. Ben bu şekilde devam edeceğim. Zaman içerisinde kitle oluştu. 7 yıl oldu. Beni 12 yaşında fark etmiş bir çocuk, ne olduğumu anlamasa da, şuan hala beni dinlemeye devam ediyorsa kendi kitleni de beraberinde büyütüyorsun. Beraber büyümek, yani gelişmek de kitleyle birlikte olan bir şey.


Özgünlüğünü koruyabilen, popüler kültüre boyun eğmeyen bir protest tavrınız var. Dinleyicilerinizle de çok güzel bir iletişime sahipsiniz. Müziğin tanımı sizin gözünüzde dinleyiciyle paralel, iç içe mi olmaktır?

Popüler kültüre boyun eğmeyen, fakat bunun içerisinde yer etmiş biriyim. Yurtdışına baktığımızda; dinleyenlerle iç içe olmak yaptığın işi yani projeyi deşifre etmek bir kültür değil. Biz burada verilmesi gereken bir ödün vermiş olabiliriz. Çünkü farklısın, enteresansın, makyajlısın, kılığın kıyafetin bir acayip gözüküyorsun, brutal vokali( Death Metal terimi, acımasız, vahşi ses demek) Türkiye’deki popüler kültüre yerleştirmeye çalışıyorsun. Projeni anlatmak için sahnedeki ve gerçek hayattaki Hayko Cepkin ile aranda bir köprü kurman gerekiyor. Yurtdışında bu köprüyü hiçbir sanatçı kurmaz. Mesela biz bu söyleşiyi sana sahne kıyafetlerimizle de verebilirdik. İç içe olmak gerekiyor çünkü anlatmanın başka yolu yok. Eğer biz bu projeyi iyi oluşturduysak, alttan gelip bunu devam ettirecek olan sanatçı işini deşifre etmek zorunda kalmaz. Biz biraz bu işin öncüsü olduk bence. Tiyatrocu katili oynuyor, ancak gerçek hayatta bu böyle değil. Bu tiyatroda nasıl oturduysa kafalara, bizim yaptığımız işte de oturdu diyebilirim. Mesele bakma değil, karşındakinin içinde ne gördüğündür.

Türkiye’de müziğe tarzınızla çok büyük katkınız var. Pekiyi müzik size neler kattı?

Müzik hayatımın tek felsefesi. Başka işler de yapıyorum ama baktığınız zaman her yer yine müziğe bağlanıyor. Televizyon programını yaparken de ses ve müzikle ben ilgilendim. Çünkü vermek istediğim duyguyu müzikle verebilirim. Müzik birinci sanattır. İster film olsun, ister başka bir şey, karşındakine duyguyu müzik verir. Yaptığım her şeyin içerisinde yüzde yüz müzik var. Başka bir şey yapamam herhalde.

Eskişehir artık bir rock kenti olarak anılıyor. Eskişehir’e sahne almaya geldiğinizde neler hissediyorsunuz?

Burası bizim için öğrenci şehridir. Bizim gibi müzik adamlarının, proje adamlarının kalesidir. Çünkü gençler üniversitede derslerden, sınavlardan bunalıyor. Burada rahatlamak için çok fazla alternatif var. Geldiğimizde bize dört kolla sarılan bir kitleyi görmekse bizi çok mutlu ediyor. Ayrıca buraya gelirken acaba yine soğuk mudur diye de düşünmüyor değiliz. Burayı, buranın enerjisini her zaman severiz.

********************************************************


                                  “Her şehir çok güzel, Eskişehir de”



YENİ nesil caz müzik tarzıyla anılan başarılı solist Ceylan Ertem, sık sık geldiği Eskişehir’de hayranlarıyla Peyote Eskişehir’de buluştu. Usta müzisyenlerden kurulu orkestrasıyla yine muhteşem bir konsere imza atan Ertem, konser öncesi sorularımız yanıtladı. Annesi Eskişehirli olan başarılı sanatçı, müzikte tarzdan çok tavrın önemli olduğunun altını çizdi. Türkiye turnesi ile pek çok şehir gezdiğini belirten Ertem, Eskişehir’in çocukluğundan beri özel anılarının olduğu bir şehir olduğunu söyledi.

20 yıllık müzik kariyerinizin getirdiği başarı olarak Türkiye’de caz solisti denildiğinde ilk akla gelenlerdensiniz. Bu nasıl bir duygu?

10 yıldır sahnedeyim. Öncesinde de çocuk koroları, enstrüman dersleri gibi çalışmalarım oldu. Ama caz denince akla gelenlerden olmayı beklemiyorum açıkçası. Çünkü caz müzisyeni olmadığımı düşünüyorum. Aslında bir tarza girmek istemiyorum. Yani rock, pop, caz müzisyeniyim demek doğru gelmiyor bana. Tabi ki bu alanlardan fazlasıyla yararlanıyorum. Tarzdan ziyade özgünlüğümü temsil ettiğimi düşünüyorum. Muhatap olduğum dinleyici tayfamla çok mutluyum. Bu büyürse ve beni anlayan insanlar çoğalırsa daha da mutlu olurum. Ancak bu yavaş yavaş oturmalı. Bununla ilgili güzel bir laf vardır: Beni bir anda milyonlar dinlemeye başlarsa oturup nerede hata yaptığımı kendime sorarım diye. Ben her şeyin yavaş yavaş ama sağlam bir şekilde gitmesinden yanayım. Şuan az ve öz bir kitle var ve doğru yolda olduğuma inanıyorum. Amerika’da doğan caz, blues ve rock bir başkaldırı müziği. Ben de içimde o başkaldırı hareketini taşıdığımı düşünüyorum. Ağdalı bir şekilde icra edilen müzikleri belki de bu yüzden sevmiyorum. Bence, müzikte türden çok tavır önemli.


Anima ile başlayan bir grup maceranız var. Daha sonra Barana ile yapılan çalışmalar, Almanya’da Octophone ile yapılan çalışmalarınız var. Müziğinizi gruplarla mı yoksa solo çalışmalarınızla mı daha iyi yansıtıyorsunuz?

Sonuç olarak, solo dediğimiz durum da tek başına yapılan bir iş değil. Orada da bir ekip var. Fakat grup olduğunda tek başınıza hareket edemiyorsunuz, kararları tek başınıza alamıyorsunuz. Solo olduğunuzda yanlış sizin yanlışınız, doğru da sizin doğrunuz oluyor. Bu açıdan solo çalışmanın avantajı bu oluyor. Yaptığınız işte “Bu, benim” diyebiliyorsunuz. Çocukluğumdan beri hep bir grubum olsun ve onunla yaşlanayım isterdim. Ne yazık ki olmadı. Ama ara ara başka gruplarla flörtlerimiz oluyor. İkisi de tatları bambaşka olan bir durum. Arada çalışma yaptığım gruplarla olmaktan da zevk alıyorum. Anima’nın devam etmesini çok isterdim ama olmadı. Ama şuan sahne aldığım, albüm kaydı yaptığım arkadaşlarımla da grup gibiyiz. Cenk Erdoğan, Murat Çopur, Ediz Hafızoğlu, Gökhan Sürer onlar sürekli her işimde yanımdalar.



Açık Radyo’da ŞubitaP adlı 26 haftalık bir radyoculuk deneyiminiz oldu. Programın içeriği neydi ve sizin için nasıl bir deneyimdi?

Kadın caz müzisyenlerini konuk aldığım bir programdı. 26 kadın caz müzisyeni bulmak zor oldu tabi. Sadece caz değil, içinde caz ezgileri barından tüm müziklerden isimleri de konuk aldım. Performansların da yer aldığı, kadınların hayat hikâyelerinin işlendiği bir programdı. Tabi ki Türkiye’deki kadınların sosyal konumu programın gövdesiydi ve bunu caz üzerinde yaptık. Çok özgür bir platformdu ve yaparken büyük haz aldım.

Avrupa’da çalışmalarınız oldu. Türkiye’de caz müzik algısı var mıdır sizin gözünüzde?

Öncelikle Türkiye’de “Caz yapma” diye bir deyim var. Biraz birbirimizi ağırlıyoruz gibi bir durum var. Ben geleneksel caz dinlerim tabi ki ama söyleme taraftarı değilim. Çünkü orada belirli bir tarz var ve kendin olamıyorsun. Kendin yazıp, kendi özgür alanını oluşturup, hangi müziklerden etkileniyorsa onu icra etmelisin ki ortaya çıkan iş senin olsun. Herkesin yaptığı işe sonsuz saygı duyarım, burası ayrı bir konu tabi ki. Bana kalırsa Türkiye’de alternatif müzik dediğimiz olgu yeni nesil caz oldu. Ben bu durumdan çok mutluyum. Bir dönem alternatif rocktı, daha sonra alternatif müzik dendi. Ama artık öyle bir şey kalmadı, kimin alternatifi neyin alternatifisin gibi bir durum var. Caz albümleri satmaya başladı, bir yükseliş olduğunu düşünüyorum. Konserler dolmaya başladı, bu çok güzel bir durum.

Solo olarak 2 albümünüz var. Çok yoğun konser takvimleriniz oluyor. Sizi en çok mutlu eden albümleriniz mi yoksa dinleyicilerinizle iç içe olduğunuz konserleriniz mi?

İkisi de dönem dönem güzel oluyor. Şarkıları yazdıktan sonra bir bakıyorum birikmiş oluyor. Biraz konserlere ara verelim de şu şarkıları kaydedelim de artık bunları çalalım sahnede diyorum. Albümü yeni çıkardığım için elimi hiçbir şeye sürmeden sürekli sahnede olmak istiyorum. Şimdi, bir dönem benim içimde saklı olan hikâyeleri paylaşma zamanı. Sahneye çıkıp dinleyicilerle devinme zamanı.

1 buçuk yıllık bir evliliğiniz var. Şehir şehir dolaşıp bir dizi konser vermeden İstanbul’a dönmüyorsunuz. İş ve evlilik bir arada nasıl gidiyor?

Aslında o kadar yoğun bir konser takvimim olmuyor. Ama şöyle oluyor, mesela 10 gün boyunca konser veriyorum, kalan 20 günde evimde eşimle dostumla birlikte bir arada oluyorum. Her gün sabah 9 akşam 6 çalışsam daha çok yorulur, evde daha az vakit geçirirdim herhalde. Eşim Doruk Kaya da konserlere fırsat buldukça gelir. Kendisi fotoğrafçı olduğu için konserlerden video-fotoğraf çeker. Tam bir müzik aşığıdır. Zaten müziğe olan aşkı sayesinde bir araya geldik, yolumuz kesişti. Benim tamamen zıtımdır. Allah dağına göre kar verir sözünün tam manası bizdedir. Aynı şey Ediz için de Cenk için de geçerli. Bir ahenk olması gerekiyor. Bunu anlayan ve bunu seven insanlarla birlikte olmak zorundayız. O benim sahnede hayatı bulduğumu, deşarj olduğumu biliyor. Ben onun kendi işini yaparken aynı duyguları yaşadığını biliyorum. İş olmadığı zamanlarda kedilerimle mutfağımda evimde takılıyorum.

Hayvan sever bir kişiliğiniz var. Hayvan hakları, havyaların korunması beslenmesi gibi sorunlar Türkiye’de fazlasıyla var. Sizin bu konuya bakışınız nedir? Geliri hayvanlar yararına kullanılacak bir organizasyonda yer alma düşünceniz var mı?

Bu konuda bir davet olursa seve seve yer almak isterim. Biz Anima ile yapmıştık zamanında böyle şeyler. Bana deseler ki gel Ceylan, bırak ses sistemini parasını pulunu gel akustik gitar şurada, çal söyle parası hayvanlar için kullanılacak, koşa koşa giderim. Ancak böyle organizasyonlar çok fazla yok. Burada sivil toplum kuruluşlarının örgütlü çalışamadıkları ya da bizim gibi isimleri düşünmedikleri ortaya çıkıyor. Daha popüler olanlarla bu işi yürütmeye çalışıyorlar. Belki haklıdırlar, çalışmalarına saygı duyarım ve elimden geldiğince destek olmaya çalışırım. Bunun dışında, ben vejetaryenim. Fakat bunu kimseye dikte etmiyorum, illa siz de vejetaryen olun demiyorum. Her Kurban Bayramı’nda yazdıklarımla tepki toplarım. Ama bu benim için nefsine hâkim olmak, hazzından vazgeçmek demek. Türkiye’de insanların hayvanları çok sevdiğini düşünüyorum. Bizim sokakta Yorgun diye kanseri atlatmış bir köpeğimiz var. Bütün sokak sakinleri ona yemek veriyor, yolun ortasında yatarken onu rahatsız etmemek için arabalarıyla diğer sokaktan geçiyorlar. Bir marangoz var, ona kış geldiğinde kulübe yapıyor. Her gün biri ona masaj yapıyor. Bir insana bile bu kadar saygı gösterilmez belki. İnanılmaz bir sevgi var. Benim annem de bahçesinde kedi besler. Pek çok insanda bu farklı bilinç var. Sokak havyalarıyla ilgili çıkarılmak istenen yasa geri çekilsin diye büyük bir kalabalıkla yürüdük. Bence o yasa geçmez. Bir de farkında olmadan hayvanlara zarar verenler var. Bu havai fişekler, yüksek binaların üzerindeki ışıklandırmalar kuşları öldürüyor. Her şeye rağmen insanların içinde büyük bir hayvan sevgisi var. Din de bu konuda etkili. Tüm dinlerde hayvanlara zarar vermenin günah olduğundan bahsedilir. İyi ki de bahsedilmiş. Türkiye’de Avrupa’daki gibi hayvanları itlaf edemeyecekler, yapamayacaklar. Avrupa’da sokaklarda bir tane bile köpek göremezsiniz. Bizim gibi insanlar buna Türkiye’de izin vermezler.

Son olarak; Eskişehir çok sık konser verdiğiniz bir kent. Burası ile ilgili düşünceleriniz nelerdir?

Ben Ankara’nın ve Eskişehir’in, buralarda yetişen müzisyenlerin çok kaliteli olduğunu düşünüyorum. Ayrıca nerede bir üniversite varsa orası bambaşka kültürlerin uyumla yaşadığını düşünüyorum. Annem Eskişehirli, burada bir sürü akrabamız var. Çocukluğumdan beri buraya sık sık gelirim. Dedem burada vagon fabrikasında çalışıyordu ve Eskişehir’e hep trenle gelirdik. Böyle çocukluğumdan beri hep anılarım var burada. Türkiye’nin hemen hemen her yerine gitme şansım oldu. Her şehrin kendine göre güzellikleri var. Hepsinin ayrı ayrı ama. İstanbul dışındaki kitlenin tam manasıyla hastasıyım. Belki bu tür etkinliklere saygıdır ya da açlıktır. Konserlerimiz çok güzel geçiyor. Peyote’nin burada olması da büyük etken tabi. İstanbul’daki evimiz olan bu mekân, Eskişehir’de de olduğu için hiçbir karşılık beklemeksizin buraya geliyoruz, bol bol da geleceğiz. 


********************************************************


                                    Flört Eskişehir’i genç sevdi



ANADOLU Beat albümleriyle sevenlerine yeniden merhaba diyen Flört grubuyla Hayal Eskişehir Fabric Perfomance Hall konseri sonrasında keyifli bir söyleşi yaptık. Ozan Kotra, Çağatay Kehribar ve Hakan Çağlar’dan oluşan grupta, sorularımız Ozan Kotra yanıtladı. Eğlenceyi ve enerjilerini konser sonrası bile düşürmeyen başarılı grup, Eskişehirlileri kendine hayran bırakırken; kendileri de Eskişehir’e büyük bir hayranlık kazanarak İstanbul’un yolunu tuttu.

Eskişehir’i ilk kez gündüz gezme fırsatınız olmuş. Nasıl buldunuz burayı?

12 yıl aradan sonra ilk kez gündüz gezme fırsatı bulduk. Her şey o kadar değişmiş, o kadar güzelleşmiş ki gezerken heyecanımız bir an bile eksilmedi. Sazova Bilim ve Kültür Parkı’nı gezdik. Oradaki masal şatosu harika bir yapı. Sonra Porsuk Çayı’nın çevresinde dolaştık. Her yer genç insanlarla dolu. Tam bir Avrupa kenti gibi. Sanırım Büyükerşen burayı bir belediye başkanı gibi değil de bir sanatçı gibi işlemiş. Zaten kendisinin heykellerle ilgili olduğunu biliyorduk. Gezdiğimiz yerlerde tek bir kötü heykel görmedik. Bu heykellerin benzerleri, bizim gördüğümüz, sadece Floransa’da var. Adeta şehirden kültür ve sanat fışkırıyor. Burası tam bir sanat şehri, fırsat buldukça hem konsere, hem ziyarete bol bol geleceğiz.



Pekiyi, gece hayatına gelecek olursak; Eskişehir’e çok gelip giden bir grup olarak gece hayatını nasıl görüyorsunuz?

Dediğimiz gibi; Eskişehir’de her yer genç insanlarla dolu. Dinamizmini bir an bile yitirmiyor. Tam olarak bilmiyoruz aslında. Çünkü konser için geldiğimiz zamanlarda zaman sıkıntımız olduğundan pek gezme fırsatı bulamıyoruz. Fakat burasının ilginç bir kitlesi var. Mesela, dün Ankara’daydık. Oradaki kesim daha çok orta yaşa yakındı ve dans edip eğlenmeyi tercih ettiler. Ancak buradakiler sadece dinliyor ve bu bizim için çok değerli bir şey. Önce dinliyor, anlamaya çalışıyor, çözümlemesini yapıyor ve tepkisi neyse onu koyuyor ortaya. Belki de üniversite öğrencilerinin çoğunluk olması bunda etkendir.

Sizi televizyon programları gibi çeşitli projelerde fazla göremiyoruz. Popülerlikten kaçmaya mı çalışıyorsunuz, yoksa özgünlüğünüzü kaybetme korkusu mu var?

Bu işi yapan herkes, daha çok seyirciye, dinleyiciye hitap etmeyi ister. Bizler de isteriz elbette. Zaten ilk çıktığımızda meşhur adamlardık. Şimdi yaşadığımız zamana bakacak olursak; her şey çabuk tüketiliyor. Böyle bir müziği Türkiye’de yapıyor olabilmek bizleri gururlandırıyor. Biz biraz daha dinleyicinin bizi keşfetmesini istiyoruz. Türkiye’de meşhur olmak çok kolay. Ekrana çıkıp bilinen, ezberlenen bir şarkıyı söylediğiniz zaman Türkiye’nin en meşhur insanı olursunuz. Biz böyle bir grup olarak anılmak istemiyoruz. Televizyonlar ne kadar saçlı sakallı adamlar olsak da bize ilgi gösteriyorlar. Seçici davranıyoruz. Bu bir kalite meselesidir çünkü.

Konserler veriyorsunuz, eski şarkılarınızı tekrar stüdyoda kaydediyorsunuz, az da olsa programlara katılıyorsunuz. Size en çok zevk veren hangisi?

Konser demek, dinleyiciyle iç içe yüz yüze olma demek. Konserlerde dinleyici sayımız ne olursa olsun çok eğleniyoruz. Çünkü biliyoruz ki onlar bizi dinlemeye geldiler. Bizler de sahnede bazen Led Zeplin’e bile bağlayabiliyoruz kendimizi bu enerji sayesinde. Biz Flört’üz. Dün TRT’de İzledim klibinde Halit Kıvanç’ın da dediği gibi flört etmek her zaman her yerde güzeldir.


Flört’ü müzik dışı başka projelerde de görebilecek miyiz? Bir de bu saçlı sakallı adamlar bir gün bu saçı sakalı kesip karşımıza çıkacak mı?

Bir film projesi var. Ama bunu konuşmak için çok erken. Onun dışında bizi programlarına çıkartmak için türlü türlü tekliflerle gelenler var. Şimdilik işimiz sadece müzik. Saç sakal konusuna gelince; bir gün gelecek ve bunlar kesilecek. Ben yakında bir bebek bekliyorum. Eşime evlenirken söz vermiştim keseceğim diye ama öyle kaldı. Şimdi bebeğimiz geleceği için keseyim diyorum artık.

********************************************************

                                Macar güzellerin ilk durağı: Eskişehir



Macar güzellerin akın ettiği Eskişehir, bu kez Playboy Dergisi kapak güzellerinden DJ Baby olarak bilinen Levai Adrienn’i ağırladı. 222 Park One Night’ta muhteşem bir dans gecesine imza atan Adrienn, performans öncesi sorularımızı yanıtladı. Türkiye’ye tatil için sadece bir kez Bodrum’a geldiğini söyleyen güzel disk jokey, Eskişehir’in tarihi bir yer olduğunu ve burayı çok beğendiğini söyledi.

Türkiye’ye ilk kez iş için geldiniz. Eskişehir’i gezme fırsatınız oldu mu? Burayı nasıl buldunuz?

Macaristan’dan İstanbul’a, sonra da buraya geldim. Yolculuk çok uzun sürdü ve kenti çok fazla gezme şansı bulamadım. Ancak gözlemleyebildiğim kadarıyla tarihi bir kent. Aralık’ta tekrar geleceğim ve gezmek için vaktim olacak. Üniversite öğrencilerinin yoğun yaşadığı bir kent olduğunu öğrendim. Dinamik ve eğlenceyi seven bir şehir olduğundan eminim.

Playboy Dergisi kapak güzelleri arasında yer alıyorsunuz. Asıl mesleğiniz mankenlik olmasına rağmen niçin djliği seçtiniz?

Playboy Dergisi’ne kapak olmadan önce fotomodel olarak çalışıyordum. Sonra Macaristan’daki bir müzik okuluna giderek djlik eğitimi almaya başladım. Müziği de en az mankenlik kadar seviyorum. Daha başlayalı bir yıl oldu ve eğitimime devam ediyorum. Umarım herkesin severek takip ettiği bir dj olarak tanınırım. Fotomodelliğe de hala devam ediyorum. Hem djliği hem de mankenliği çok seviyorum. İkisinde de daha başarılı olacağıma inanıyorum.

Bir yıllık bir dj olarak müzik tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz?

Aslında tam olarak kategorize edebileceğim bir tarzım yok. RnB, HipHop, House ve Dans tarzında bir müziğim var. Yaptığım müziğin tarzı da Türkiye’deki müzik tarzıyla çok benzeşiyor.



Macaristan dışından çok fazla yerde sahne almamışınız. Mikserin başına geçtiğinizde neler hissediyorsunuz?

Öncelikle konserler öncesinde çok heyecanlı oluyorum. Bu işte yeni sayılırım ve henüz tam manasıyla şekillenmiş bir dinleyici kitlem oluşmadı. Ancak dans müziği seven ve beni dinlemeye gelen herkes olumlu düşüncelerini performans sonrasında paylaşıyor. Bu da beni mutlu ediyor ve sahneye çıkmadan önceki kaygılarımı giderek azaltıyor. Ama heyecan hep olmalı. Çünkü o heyecanı yakalayamazsanız, sizi dinlemeye gelenleri eğlendirmekte güçlük çekersiniz. Mikserin başına geçip müziğimi yapmaya başladığımda ve dinleyicilerin buna katıldığını gördüğümde ise çok mutlu oluyorum.

Geleceği yönelik planlarınız nelerdir? Henüz bir albümünüz yok. Düetler ya da solo çalışmalar gelecek mi?

Öncelikle, Eskişehir’den sonra Çanakkale’de bir konserim olacak. Daha sonra Macaristan’a dönüyorum. Oradan Slovakya’daki büyük bir parti organizasyonunda yer alacağım. Yakın geleceğe dair çalışmalarım bunlar olacak. Diğer taraftan, DJ olarak henüz çok fazla tanınmasam da zamanla iyi işler başaracağıma inanıyorum. Şarkılara hem müziğimle hem de sesimle katkıda bulunmamı isteyenler oluyor. Bunları değerlendirip güzel işler çıkartacağız. Yine Aralık ayında Türkiye turnemiz olacak. Eskişehir’e kısmetse tekrar geleceğim. Buradaki genç dinleyicilerle bir arada olmak güzel olsa gerek. Diğer DJ dostlarım burası için hep çok iyi şeyler söylüyor.

********************************************************


                   “Eskişehir’de geçirdiğim her an güzel”



Cuma gecelerinin eğlence anlayışına farklı bir renk katan Sefarad grubunun eski solisti Sami Levi, Eskişehir’de olmaktan çok mutlu olduğunu söyledi. Kendisi ile sohbet kıvamında bir zaman diliminde soruları yanıtlayan Sami, yaptığı müzikle ve sahne performanslarıyla özgün bir iş yaptığını altını çizdi. Solo olarak müzik yapmanın daha keyifli olduğunu ifade eden Sami, Eskişehirli dinleyenlerinin enerjisine ve ilgisine nasıl hayran olduğunu anlattı. Sami, ayrıca, 222 Park’ta sahne aldığı için çok mutlu olduğunu dile getirdi.

Beş yaşında müzikle tanışan biri olarak; sizi Sefarad Müziği diye tanımlanan etnik bir müzik türü ile tanıdık. Sizin tarzınız Sefarad mı yoksa belirli bir kalıp içine girmek istemeyenlerden misiniz?

Biz Sefarad grubuyla ilk başladığımız zamanlarda illa ki Sefarad Müziği yapalım diye yola çıkmadık. Bu değişik bir müzik, bizden bir müzik. Balkan ezgileri barındırıyor. Bunun sebebi de aranjörümüzün balkan enstrümanlarını müziğimize dâhil etmesiyle oldu. Sonuçta bu müzik 1400lü yıllarda İspanya’dan kovulan insanların Yıldırım Bayezid tarafından İstanbul’un Balat gibi semtlerine yerleştirmesiyle Osmanlı Müziği oldu. Ud ya da kanunla çalındığı zaman başka bir şey oluyor, trompet ya da klarnet çalındığı zaman da başka bir şey oluyor. Osman Aga şarkısının Boşnak versiyonunun olması da bir sebepti. Biz grup olarak böyle eğlenmeyi, çalmayı söylemeyi seviyorduk. Bu yüzden müziğimiz de bizden bir müzik halini aldı. Sefarad’ın özelliği aslında dilindedir. Yani artık çok az insan tarafından konuşulan Ladino dilinin müziğidir. Ladino olmayınca haliyle Sefarad Müziği de olmuyor. Sonuç olarak illa ki tarzım şu olsun, bu olsun diye yola çıkmadım. Sahneye çıktığımda Karadeniz’den Ege’ye, o an canım ne isterse o müziği söylemeye bayılıyorum. Hissettiğim müziği söylüyorum. Yaptığım işe de Samice diyorum. Çünkü söylediğim şarkıları hemen hemen herkes söylüyor. Ben sahnemi en doğal halimle yapıyorum. Ancak popüler müziği sevmiyorum ve bana bir şey kazandırdığını düşünmüyorum.

Sahnede bazı şarkıcıların taklidini yapıyorsunuz. İzleyicilerinizden nasıl tepkiler alıyorsunuz?

Bu baya ilgi çekmeye başladı. Fakat bazı dinleyiciler sırf taklit yaptığımı duyduklarını ve bu yüzden dinlemeye geldiklerini söylüyorlar. İşte, bugün şunun taklidini yapacak mısın diye soruluyor. Ben bunu çok sevmiyorum aslında. Çünkü sahneye çıkarken bugün şunu söyleyeyim, şunun taklidini yapayım diye düşünüp çıktığım düşünülüyor sanırım. Ben böyle bir adam değilim. Sami olmayı seviyorum ben. Daha samimi olduğunu düşünüyorum.

Sefarad grubuyla şarkılarınızı hem Türkçe hem de Ladino dilinde kaydetmiştiniz. Bu şarkılar hemen hemen her düğünde oyun havası olarak çalınıyor. Köklerinizden gelen bir müziği yapmak nasıl bir duygu?

Sefarad Müziği yapmak çok değişik bir şey aslında. O yaşlı insanların söylemiş olduğu, Musevi Cemaati’nin korumaya çalıştığı bir müziği yapıyoruz. İspanya Kralı Ferdinand ve Kraliçe İsabella “Ya Hristiyanlık ya da ölüm” diyor. Orada yaşayan her dinden insan vardı. Ama Yahudiler diğerlerine göre daha güzel koruyabilmişler diye düşünüyorum. İyi ki korumuşlar. Osman Aga’yı Ladino diliyle söyleyen bir abimin evinde dinledim. Çok kötü bir versiyondu. Oradan aklımda kalmış. Sonra bir gün İbrahim Tatlıses’in programında duymuştum. Bir daha da duymadım. Sonra bir baktım ki şarkının içinde “Osman Aga” diye bir kısım var. Ladino dilini bilmediğim için hiç dikkat etmemişim. Sonra dedim ki bu şarkının Türkçesi mutlaka vardır. Sülalemi araştırdığımda neredeyse 7 göbek Çanakkaleli çıktık. Gelmek istediğim nokta: bu bizim müziğimiz, hepimizin müziği. Yani Osmanlı Müziğidir.

Her ne kadar Sefarad dense de ezgiler Balkan Müziği etkisi uyandırdı. Bu da çok kısa bir sürede tanınmanızı sağladı. Buradan yola çıkarak; Türkiye’de ortak bir müzik kültüründen söz etmek mümkün müdür? Türkiye bu kültürün üretildiği mi yoksa tüketildiği bir yer mi?

Türkiye müzik açısından çok zengin bir ülke. Bu zenginliğini de yayma isteğinde. Fakat popüler müzik konusunda alıcı bir konumdayız. Bu konuda başarılı olmadığımızı düşünüyorum. Ancak Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği bambaşkadır. Dünyada böyle bir şeyin benzeri yok.

1996-2007 arası Sefarad grubuyla, sonrasında ise solo olarak sahne almaya devam ediyorsunuz. Tek başına çalışmak mı yoksa grup olarak çalışmak mı daha güzel?

Tek olmak gerçekten çok özgürce bir şey. Eğer bir işe ortak olunacaksa en fazla 2 kişi olmalı. 3 ve fazlası bence çok gereksiz. Ortakla iş yapmak çok zor. Keşke hep beraber devam etseydik demedim hiçbir zaman. Bu çok üzücü bir şey ama gerçekten böyle düşünüyorum. Orkestra konusunda çok şanslıyım. Kendi müzisyen arkadaşlarımı şartlar sebebiyle İstanbul dışında çıkaramıyorum. Ama gittiğim her yerde çok Başarlı orkestralarla çalışıyorum. Bursa’da da Eskişehir’de de çok güzel müzisyenlerle çalışıyorum.



Duke Duke, Disco Kolbastı ve Balkan Havaları adlı bir maxi single yaptınız. Ardından Seve Seve albümü geldi. Yeni çalışmalar var mıdır?

Uzun zamandır tam istediğim şekilde bir albüm çıkardım. Bundan sonraki süreçte tek şarkılık işlerle piyasada yer almayı planlıyorum. Artık her şey dijital oldu. Albümler de öyle olmaya başladı. Bu çok güzel bence. Klip de çekmek isterim. Güzel işler olacağına inanıyorum.

Renkli ve enerjik bir sahne performansınız var. Dinleyiciyle içli dışlı olmak size nasıl hissettiriyor?

Ben bu durumdan oldukça memnunum ve mutluyum. Olayı yanlış anlayanlar da olabiliyor tabi. Ben kendim gibi olduğum süreci hiçbir sıkıntı yok. Ben sahne dışında nasılsam sahnede de öyleyim. Ama bazen bir an geliyor ve “profesyonel ol” sesi kulaklarında yankılanabiliyor. İşte bu beni sıkıntıya sokuyor. O zaman mutlu olamıyorum. Eskişehir’e tek başıma gelip gidiyorum. Ama bazen yanında bir iki kişinin olması gerekiyor. İnsanlar şuna alıştırılmış: Sahneye çıkan sanatçı yanında menajeriyle, danışmanıyla vs kişilerle gelir. Ben böyle geldiğim için bunu suistimal edenler de olabilir bilmiyorum. Eskişehir’de bu sorunla karşılaşmadım. Ama başka bir yerde kolay ulaşılabilir olmak, ulaşan kişiyi farklı bir duruma sokabiliyor. Çünkü hep korumalara, menajerlere alışmış. Ben bu duruma biraz mesafeliyim. Birincisi, bu en başta kazandığım paranın bir bölümünün bu işlere gitmesi demek. İkincisi, ben hemen hemen her şeyimi kendim halledebiliyorum şuan. Yanıma gereksiz hiçbir şey almam. Ama olur da daha yoğun tempoda çalışmak durumunda olursam, bu konuyu düşünüp beni en mutlu edecek kararı veririm.

Türkiye dışında sahne aldınız mı?

Sefarad ile Fransa’da Sorbonne Üniversitesi’nde sahne almıştık. Çok orijinal bir konser olmuştu. Sadece Fransızlara Ladino ve Türkçe şarkılarla konser verdik. Çok güzel bir etkinlikti.

Türkiye’de sahne almak nasıl bir duygu? Eskişehir sizde nasıl bir yer etti?

Eskişehir sahnesi çok güzel. Çıktığım yer çok özel bir yer. Türkiye’de böyle bir yapı yok. İlk geldiğim günden beri bunu söylüyorum. Olağanüstü bir kent. Eskişehir, İzmir gibi kentler, yaşamayı istediğim şehirler arasında yer ettiler. Çok tatlı geliyor burada geçirdiğim zamanlar. Dinleyicinin enerjisi çok iyi geliyor. Türkiye’nin doğusu hariç her yerine gittim. Her yer çok iyi ama ummadığım yerlerde ummadığım olaylara da tanık oldum. Bazı yerlerde sizin orada olmanızdan, öne çıkmanızdan rahatsız olan insanlar olabiliyor. Yaptığımız işi zor görüyorum ama bir yandan da insanlar bunun çok basit olduğunu düşünüyor. “Ne olacak ki ben de çıkar şarkı söylerim” diyebiliyor. Ama önemli olan şarkı söylemek değil, o sahnede durabilmek. 3-4 saat şarkı söyleyip, özgün bir performans sergileyebilmek. O ışığı vermek zor. Bu Allah vergisi bir yetenek diye düşünüyorum.

Sami’yi sahne dışında nerelerde göreceğiz?

Açıkçası şov dünyasında olmayı çok istiyorum. Bir gün bir dizide, bir gün bir yarışma programını sunarken görebilirsiniz. Düzgün yapıldığına inandığım her yapımın içerisinde yer almaya hazırım. İyi yapacağıma da inanıyorum. Daha önce bir dans yarışmasına katılmıştım. Çok da memnun kalmıştım. İnşallah ona benzer işlerde var olurum.

********************************************************

                   Balkanlardan gelen curcuna etkisi: Kolektif İstanbul




FRANSIZ müzisyen Richard Laniepce’in (Alto Sax, Gayda) Balkan müziklerinden etkilenerek yola çıktığı ve son durağı İstanbul’da başlattığı müzik projesi Kolektif, Aslı Doğan (Vokal, Trompet), Talat Karaoğlu (Klarnet), Tamer Karaoğlu (Akordeon, Klavye), Cem Tuncer (Gitar), Ertan Şahin (Sousaphone, Tuba) ve Ediz Hafızoğlu’nun (Davul) katılımıyla grup haline geldi. Kolektif İstanbul adını alan grup, Eskişehir’deki ilk konserini Peyote’de verdi. Balkanatolia ve Krivato adlı iki albümü bulunan grup, yakın zamanda çıkacak olan yeni albümleri öncesinde sorularımızı yanıtladı. İlk kez Eskişehir’e gelen ve kalabalık bir kitleye konser veren grup üyeleri, Eskişehir’i çok sevdiklerini ve sık sık geleceklerini söyledi. Sorularımızı yanıtlayan Richard ve Aslı, geleneksel müziklerini Eskişehirliler için anlatıyor…

Önce Richard’la başlayalım. Fransa’dan Türkiye’ye yolculuğunuzdan bahseder misiniz biraz?

Fransa’nın batısındaki Brütonya’dan geliyorum. Kuzey Atlantik Denizi’nin kenarında bir yer burası. Bizim oralarda geleneksel müzik çok önemlidir. Sürekli bu müzikleri çalıp, oynarız. Müziğe Gayda çalarak başladım. Sonra Toulouse’da Occitan Konservatuarı Atölyesi’nde enstrüman yapımı bölümünde okudum. O zaman yavaş yavaş anladım ki Gayda sadece Brütonya’da değil, dünyanın başka yerlerinde de var. Sonra dünyanın farklı müziklerini dinlemeye başladım. Balkan ve Türk müziklerini dinledikten sonra 1990lı yıllarda Fransa’dan ayrılıp diğer ülkeleri gezmeye başladım. Bosna Hersek, Romanya ve Bulgaristan’dan sonra Türkiye’ye, İstanbul’a geldim.

Richard’ın gelmesiyle birlikte “Kolektif” projesi başladı. 2006’da grubun sabit elemanlara kavuşmasıyla birlikte Kolektif’e İstanbul eklendi. Niçin grup ismine İstanbul’u eklediniz?

Balkanatolia albümü bir gruptan değil bir müzisyen kolektifinden çıktı. Bu yüzden ilk ismimiz Kolektif’ti. Grup bugünkü halini alınca Kolektif’i ayırmadan yanına İstanbul’u ekledik. Çünkü dünyanın pek çok yerinde pek çok Kolektif var. Yanına dünyadaki adresimizi eklemiş olduk.

Konserlerinizle ilgili söylediğiniz bir şey var. Dinleyenlerinizi albüm almaya değil daha çok konserlere katılmaya çağırıyorsunuz. Bunun sebebi nedir?

Kolektif İstanbul, sahnede yaşayan bir grup. Bütün şarkılar sahnede gelişiyor. Prova yapmıyoruz. 7 yıldır çok nadir prova yaptığımız oldu, oturup sayabiliriz yani. Yazılı çizili kalıplar içerisine de sıkışmadık. Stüdyo grubu değiliz. Ancak yakında çıkacak olan albüm, sahnedeki enerjiyi daha iyi yansıtsın ve daha derli toplu olsun istiyoruz. Biz sahnede gelişen ve dönüşen bir grubuz ve bunu albüme de en iyi şekilde yansıtacağız. Bu yüzden seyircimize de çok bağlıyız.



Konserleriniz çoğu zaman kapalı alanlarda oluyor. Açık alanlardaki konserleriniz nasıl oluyor?

Daha çok yurt dışında açık hava konserleri verdik. O çok başka bir enerji. Karşınızda binlerce insan var. Birden karşımızda büyük bir kalabalık görüp, hepsinden de reaksiyon almak çok keyif verici. Stuttgart’ta 10 bine yakın dinleyiciye verdiğimiz bir konser oldu, çok eğlenmiştik. Türkiye’de de Galata Meydanı’nda çalmıştık. Elimizden geldiğince yürüyüşlere, eylemlere de katılıyoruz. Repertuarımız ve çaldığımız müzik gerçekten hayatın bir parçası. Sonuçta düğün repertuarına dayalı bir iş yapıyoruz ve düğün tam hayatın ortasında bir seremonidir. Bu sayede müziğimizi her yere götürebiliyoruz. En önemlisi de herkes için çalıyoruz. Bazen jazz dinleyen insanlara, bazen pop dinleyen bazen de klasik müzik dinleyen kitlelere çalıyoruz. İnsanlar bizim müziğimize açık. Çünkü enerjik ve yaşayan bir müziğimiz var ve biz bunu herkesle paylaşmayı seviyoruz. Bilet alıp bizi dinlemeye gelen dinleyiciyle sağladığımız iletişimi, bazen sadece oradan geçerken bizi dinleyen kişiyle de aynı iletişimi kurabiliyoruz. Ayrıca müziğimiz oldukça alternatif fakat bir piyasa müziği değil. Müzikalite olarak her geçen gün daha da gelişiyoruz. Bu gelişimi de sahnede yapıyoruz. Bazen bir şarkıyı çalmaya başlıyoruz, bir fikir ortaya çıkıyor ve bu fikirle şarkının şekli ortaya çıkıyor. Bazen de birkaç kez çalıyoruz, uygun görmezsek o şarkı orada bitiyor. Bu bir nevi canlı prova oluyor.
Yurt dışında daha çok konser verip, Türkiye’de daha az konser veriyorsunuz. Bazı programlarda bundan biraz yakınıyorsunuz. Konser programlarınız daha geniş olacak mı? Avrupa ve Türkiye dışında da Kolektif İstanbul’u görebilecek miyiz?

Bir iki yıl öncesine kadar durum gerçekten böyleydi. Fakat yeni yeni bu durumdan kurtuluyoruz. Türkiye’yi gezmek, her yerde çalmak istiyoruz. Avrupa ve Türkiye dışında Brezilya ve Afrika’da konserlerimiz oldu. Brezilya konserimizde çok eğlenmiştik. Brezilya’ya gitmek o kadar zor değil. Fakat Afrika’ya gitmek çok tesadüfî oldu, zor oldu. Ama Afrika deneyimimiz de çok güzel oldu. Bizim gitmekle ilgili hiçbir sıkıntımız yok. Neresi olsa gidip çalarız.

Pek çok konser ve organizasyona rağmen çok bilinen bir grup değilsiniz. Bunun sebebi de popüler kültürden uzak, özgün bir tarzınızın olması. Gelecekte sizler de bu popüler kültür içerisinde yer alacak mısınız?

Öncelikle, bu konuyla ilgili bir eylem planımız yok. Ama zaman değiştikçe bazı şeyler biraz törpüleniyor. İlk başladığımızda alternatif kalma yönünde bir tavrımız vardı. Yurt içinde ve yurt dışında önemli festivallerde çaldığımız için ister istemez popüler kültürün içerisine girmeye başlıyoruz. Sosyal medyayı iyi bir şekilde kullanıyoruz, tanıtım yapmaya çalışıyoruz. Kısacası daha kurumsal bir hale yavaş yavaş dönüşüyoruz. Ancak bu dönüşüm müziğimizi hiçbir şekilde etkilemeyecek.

Hem Balkan hem de Anadolu şarkılarını jazz ve funk ezgilerini de katarak çalışıyorsunuz. Bu işi yaparken geleneksellikten de kopmuyorsunuz. Müziğinizin yönü bu şekilde mi sürecek?

Bugüne kadarki albümlerde bestelerimiz yoktu, çıkacak olan albümde onlar da olacak. Ama tarz yine değişmiyor. Bizim geleneksel müzik yapma sebebimiz Tamer ve Talat’tır. Onların geleneksel müziğine jazz ve funk ezgiler katıyoruz. Yani sahnedeki müzisyenlerin hepsi farklı tarzların müzisyenleri. Yazılmış, planlanmış ya da zorlama bir füzyon yerine herkesin bildiğini çaldığı bir müzik oluyor ve özgün bir ses yakalamış oluyoruz. Bu yüzden Kolektif’iz. Aslında deneysel bir müzik. Gruptaki herkes yeniliğe açık. Bu zamanla sağlanan bir durum. Farklı tarzlarda güzel şeyler var ve bunlar bir araya gelince daha da güzel oluyor. Homojen bir iş çıkıyor. Biz buna bazen şaşırıyoruz.

Albümler, konserler ve festivaller en temel işleriniz olarak görünüyor. Bunların dışında Kolektifi hangi mecralarda göreceğiz?

Öncelikli işimiz müzik ve bu hiç değişmeyecek. Yeni albümden sonra her şey olabilir. Ama üzerinde çalıştığımız başka bir iş yok. Müziğe dair başka projeler planlıyoruz. Bagadistanbul projemiz olacak. Brütonyalı müzisyenlerle birlikte ilk provamızı yaptık. Mart ayında tekrar bir provamız olacak ve Haziran’da İstanbul’da birlikte çalacağız. Sahnede bizimle birlikte en az 30 müzisyen olacak. Aslında onlar 40 kişi fakat onları Türkiye’ye getirmek oldukça masraflı. Fakat buradaki konserden sonra Fransa’ya gidip bizimle birlikte 50 müzisyenin yer alacağı bir konser olacak.

Eskişehir’i gezme fırsatınız oldu mu? Dinleyicileri nasıl buldunuz?

Çok fazla gezme fırsatımız olmadı. Ama mekâna gelirken geçtiğimiz yollarda bir sürü inşaat gördük. Yeni çalışmalar var. Tramvayı gördük. Porsuk Çayı’ndan çok bahsediliyor. Uzun zamandır gelmek istiyorduk. Bir dahaki gelişimizde daha çok gezme fırsatımız olur belki. Dinleyiciler çok güzel. Biz de eğlendik, onlar da çok eğlendi. Hatta çok güzel oynuyorlardı, dayanamayıp sahneden indik ve beraber oynadık. Bundan sonra Eskişehir’e daha sık gelmek istiyoruz. Burayı çok sevdik. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder